3 Aralık 2011 Cumartesi

Pazar'ın Ertesi" # 21

Türk futbolunun en büyük yıldızlarından, benim ilk büyük "futbol aşkım" Rıdvan'ın hayatı 3 Aralık 1989 günü değişti. İslam Çupi'nin ertesi gün Milliyet'te yayınlanan maç yazısı...
Sen bir futbol kasabısın Yesiç…
Sen çimen sanatı diye adlandırılan futbolun içine nasıl olsa düşmüş bıçak ilkelliğinde dolaşan bir çirkinliksin.
Sen ekmek parasına saygısı ve sevgisi olmayan, sen sahada dolaşırken hiçbir rakibine parmağı ile dahi dokunmayan Rıdvan’ın ayak bileğini hurdahaş ederken çirkinlikten öte,  bir gaddardın, insan dışı bir yaratıktın Yesiç…
Fenerbahçe ve Fenerbahçe taraftarı seni hiç unutmayacak Yesiç…
Tarihler hep “etme bulma” tekrarlarını daktilolar durur. Dün Rıdvan’a yarın kim bilir kime?...

Manzaralar hep hazindir Türkiye’de…
Maçın 37. dakikasında Rıdvan “ölüme tam teşebbüs” bir Yesiç faulü ile sahadan alınıp ambülansın içine konulduğunda stat sevince değil kedere boğulmalı idi…
1950 yılında bir büyük maç hatırlıyorum. Rio’da yapılan bir Botafago-Fluminense “derby”sini…
İlah Didi dün Rıdvan’a benzer bir sakatlığa maruz kalıp ambülansın içine konulunca, tribündeki Botafago ve Fluminense rekabeti birden kesilip, yerini dev bir ağlamaya bırakmıştı.
Brezilya futbol insanı müthiş bir rekabetin zıt odağı olmasını bildiği kadar, ondan daha dolu bir futbol ve futbolcu âşığı idi.
Futbolun hiçbir antika vazosunun rakip olsa bile, kırılmasına gönlü razı olmuyordu Brezilyalının…
Oysa Rıdvan’ı götüren ambülansın arkasından sanki, bir “oh olsun” vedası vardı. Numaralıdan yükselen cılız alkışların dışında yuhalanıyordu ambülans…
Brezilya neden 3 defa dünya şampiyon olmuştu?... Brezilya neden hâlâ dünya futbolunun en büyük patronlarından biri idi?
Türkiye neden Roma final çıtasını geçememişti?
Türkiye neden Rıdvan’lara gül değil de tekme atıyordu? Yarın Hami’ye, öbür gün Orhan’a yapılacak bu futbol “PKK”lığı bizi hangi cephaneliğe sürükleyecek?
Türkiye hâlâ futbol oynama oynamama ibresine neden Şark kurnazlıkları ile parmak atıp durmakta…Verdiğim iki örnek net iki fotoğrafsa, dünyanın neden Brezilya’ya özendiğine, Türkiye’ye ise neden hiç mi hiç özenmediğine  duyulan tercih kendiliğinden ortaya çıkar.

Fenerbahçe zaten kazanabilecek gibi değildi dün…
Fenerbahçe’nin tüm futbolu yaratacak, topa büyü sürecek güçleri dün sahanın içinde değil, sahanın dışında idi. Bir de bunlara Yesiç’zede Rıdvan ve üç buçuk lifi bu mücadeleye yetmeyen Hakan da eklenince, Fenerbahçe, Trabzon sahasında Oğuz’un parçalı hünerleri ile Turan, Nezihi ve B.Şenol’un dinmez, yüreklerinin içine sinmiş koskoca bir yalnızlıktı.
Fenerbahçe hiç ofansif marifeti üretmeyen kalabalık çakılı ve durağan bir defans içinde bekleyecekti Trabzon’u…
Trabzon Orhan, İskender kulvarı ile, aksi tarafta bek İsmail ve Hamdi kasırgası ile bulduğu aralıklarda, altını oyup duruyordu Fenerbahçe’nin.
Çabuk oynayan, ikili mücadelelere hep Trabzon markası koyan Fenerbahçe’nin ofans teşebbüslerine devamlı basan Borda-Mavililere karşılık, Sarı-Lacivertlilerin defans oyunun özelliklerine sahip hiçbir silahı yoktu.
Birinci golde İsmail’in geri pası, ikinci golde kalecinin yumruk yerine blokaja yeltenmesi, üçüncü golde ise, Vicsnevski’nin yanlış kademesi birer büyük suçlu olarak Fenerbahçe defans panosundan bir ışıklı reklam gibi geçti.Oyunun 3-0’dan 3-2’ye dönmesi, hiçbir zaman bir Fenerbahçe mucizesi olarak yorumlanmamalı…
Bu bir büyük çıkış değildir Fenerbahçe için…Fenerbahçe 3-2’yi bir büyük çıkış olarak kutlamamalı, skor aslında taraftar, kent, yönetim, teknik adam ve futbolcu bütünlüğü ile bir şampiyonluk havasına girdiği açık seçik olan Trabzon’u düşündürmelidir.
Çünkü Yesiç, Erhan ve Kemal Trabzon geri dörtlüsünde ağır bir şamandıra gibi duruyorlar…

04 Aralık 1989 ("Ayaklı ameliyat", Milliyet)

Hiç yorum yok: