8 Eylül 2010 Çarşamba

Anadolu

Boynumun borcu olan şu yazıyı, bunca zaman ertelemek ile hangi akla hizmet ettiğim bence aşikar  ama, okurun beni tanıyor olması gerekliliğinin manasızlığından kurtulmak adına, noktasına bir türlü kavuşamayan kelime silsilesi tek çıkar yolum ve bir denklem misali sadeleştirirsem o kelimeleri, ertelemelerimin sebebi ile konunun benim için ne kadar önemli olduğu eşitliği kalır geriye...

Girizgahı için bu kadar özendiğim, hayatımın geri kalanına olan etkisini ise hayal dahi edemediğim okula, adımımı attığımda henüz 11 yaşında bile değildim. İlkokulu elimi kolumu sallayarak tamamlamış, kendimi fasulye gibi nimetten sayarken, onlarca seçilmiş çocuğun arasında fasulyenin katığı hıyar turşusuna dönüvermiştim.

İlkokuldan pencerede Kaşık Adası'nın sapını görerek hem mesut hem de mezun olan gözlerim, sağında Moda İskelesi, solunda Kalamış, karşısında ise Fenerbahçe'yi bulunca kendini açık denizde sanmış, o ana kadar derlediği en güzel sinyalleri ulaştırmıştı resmedilsin diye.

Hayatın tadı kuru fasulye ve gerçeği hiyerarşiyle yemekhanede tanışmış, sırada önde değil, dönemde üstte olmanın önemini ilk hafta dolmadan kavramıştım. Okulun ilk günü annesini kaybettiği için ağlayan çocukların, "namevcut" olan arkadaşı için "absent" demeyi öğrendikleri vakit çıkan güven dolu seslerine şaşırmıştım.

Literatüre geçen (kaynak burada ekşi sözlük) okul ağzını önceleri garipsemiş, ardından benimsemiş ve mensubu olduğum sosyal kurumu koruyan ve geliştiren en önemli unsur olduğunu anlamıştım. (yazışa gel:)

Sekiz koca seneyi bir anına bile pişman olmadan geçirmiş, bacak kadar çocuk olarak girdiğim kapıdan, kazık kadar olduğuma delalet B sınıfı sürücü ehliyeti ve “sıcacık” damgasında binlerce mezunun saklı olduğu lise diploması  ile beraber çıkmıştım.

11 yaşında girdiğim kapıdan çıkalı 11 sene oldu. Üzerine beni meslek sahibi yapan okullar okudum ama hala nerden mezun oldun diye soranlara, Kadıköy Anadolu’dan başka verecek cevabım yok.
Okulum

Hiç yorum yok: