25 Aralık 2011 Pazar

Yıkamazsınız yıkmasına...


...ama düşürün lütfen.

Şu şike hikayesi kaleme alınmaya başladığı günden bu yana kaç yazı yazdım bilmiyorum. Tek bildiğim, ilk gün yazdıklarımın hala arkasında olduğumdur.

Aziz Yıldırım tarafından yazılan, Kadıköy Meydanı'nda Yasemin Merçil tarafından bugün okunan  mesajda "Bizler suçsusuz, dimdik ayaktayız. Biz temiziz diyen herkesten daha da temiziz." [1] şeklinde geçen ifade beni ilk güne geri götürdü.

"Dava zaman aşımının 15 sene olduğu, bahsedilen soruşturma bu kadar kapsamlıysa eğer 1996-2011 arasında yenen her nanenin ortaya konması gerektiği ve sonuç ne olursa olsun Fenerbahçe'nin bu ülkeden daha temiz olduğunu kimse unutmasın." [2]

Üç kuruşluk hukuk bilgimle (an itibarıyla rahat 300 kuruşluk olmuştur hukuk dimağım) 4 Temmuz sabahı yazdıklarımın son paragrafı yukarıda. Üzerinden altı ay geçmesine rağmen değişen hiçbir şey yok.

İlk fotoğrafta görünen baba Fenerbahçe'ye inanıyor. Küçük kuzusu kucağında bugün Kadıköy'de...
Elleri öpülesi bu teyzem Fenerbahçe'ye inanıyor. Kendisi ve askerdeki torunu için Kadıköy'de...
"Mehmetçik Basri" de gün boyu üzerimizde dalgalanarak bugün güç verdi bize Kadıköy'de.
Ben Fenerbahçe'ye inanıyorum ve sizin inanıp inanmamanızla zerre kadar ilgilenmiyorum. Tek istediğim kafamdan kanlar aksa da bandajımı yaptırıp rahmetli Basri Dirimlili gibi oyuna devam etmek. Her gün yeni ve adi darbelerinize maruz kalmaktansa, bir kere düşmeye bin kere razıyım.

[1] http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=27190
[2] http://ucheokechukwu.blogspot.com/2011/07/fenerbahcem-benim.html

23 Aralık 2011 Cuma

Yok öyle yağma...

İlk iki maçını kaybettiği gruptan lider olarak çıktı Fenerbahçe. Geçtiğimiz sezonun İspanya Basketbol Ligi(ACB) finalinde Barcelona’yı süpüren Caja Laboral’ın elendiği gruptan lider çıktı Fenerbahçe. Sezon başında hedef küçülttü diye küçümsenen ancak kadrosunda hala Avrupa’nın en iyi oyun kurucularından Spanoulis’i bulunduran, Ivkovic’in çalıştırdığı Olympiacos’u altına aldı Fenerbahçe. Bu sezon kendi sahasında hiç mağlup olmayan, seneler sonra Euroleague’e(EL) fırtına gibi dönen Cantu’yu son maçta ve cehennem misali bir atmosferde mağlup ederek lider oldu Fenerbahçe.


Kaptan Ömer’in sakat olduğu için oynayamadığı maçta, bu sezon ilk kez bir EL maçında forma giyen ama iki senedir dört gözle beklediğimiz Engin Atsür’ün en kritik anlarda (4. periyot başı) bulduğu beş sayı sayesinde kazandı Fenerbahçe.
Sezon başından beri ne zaman sokmaya başlayacak diye beklediğimiz Bojan Bogdanovic’in 19 sayı, 5 ribaund ama en çok 2 bloğuyla kazandı Fenerbahçe.

Savunma yapmaz denen Gist’in savunmasıyla (2 blok, 2 top çalma) kazandı Fenerbahçe.

Oğuz’un eli titremeden çemberden geçirdiği 9’da 9 serbest atış ve Emir’in 5 sayı pası sayesinde kazandı Fenerbahçe.

Fenerbahçe’nin yanına Ülker yazmaktan hiç gocunmadığımı az çok takip edenler bilirler ama bu sefer sadece Fenerbahçe. Dün akşam son topta kaybetse ve elense idi Fenerbahçe, bugün kazanınca Fenerbahçe Ülker. Yok öyle yağma…

Bennet Cantu 76-83 Fenerbahçe Ülker

22 Aralık 2011 Perşembe

Maden dağı dumandır, yolu dolan dolandır...

Çarşamba akşamı 18:00'da başlayayan haftanın ilk maçında Antalyaspor ile Fenerbahçe karşılaştı. Bir önceki lig haftasını, Kadıköy'de assolist edasıyla hayde kalk gidelim ile kapatan takım; bu sefer uvertür kostümü üzerine layık görülmüş olmalı ki hava kararmadan sahaya çıktı.

Maçın ilk yarısını eve dönüş yolunda radyodan dinledim. İlk yarının son dakikalarında Kral Alex sakatlanınca, yerine Çöpçüler Kralı'nın Apti'si misali Bienvenue dahil oldu. Apti gibi kendini birden sahnede buldu bulmasına ancak rahmetlinin aksine hiç de komik değildi. Kamerunlu adamdan çıkıp Maden Dağı'nı (bkn:maden dağı dumandır de loy loy de loy loy kibar yarim) söylemesini beklemiyorum elbette ama boş kaleye de topu sok be abiciğim.
Bu sefer Garip'te ama yine Kemal Sunal, sandalın içinde bulduğu bebeğin altını değiştirirken, "Sen Galatasaraylısın galiba, onlar da hemen su koyverirler." der ya hani... Bienvenue'ye takılıp kalmamalı, bunca emeği görmezden gelmemeli ve hemen su koyvermemeliyiz. Biz Fenerbahçeyiz.

İlk yarı oynanan 17 maçın beşi dışında hepsini hafta içi oynamış olabiliriz. Tam altı kere, bir önceki haftanın son maçını oynatıp, takip eden haftanın ilk maçı için sahaya çıkarmış olabilirler bizi. Takımın yarısını kaybetmiş ve aylardır devam eden linç kampanyasının esas oğlanı da olabiliriz....

Ama mücadeleye devam. Ya şampiyon oluruz ya da son saniyeye kadar şampiyon olabilme umuduyla atar yüreklerimiz. Dedik ya, biz Fenerbahçeyiz.

Antalyaspor 0-0 Fenerbahçe

19 Aralık 2011 Pazartesi

Kel başa şimşir tarak

Ülkenin sözüm ona en iyi hakemi Cüneyt Çakır'ın[2] yükselişe geçtiği meşhur maçı hatırlarsınız. 2008 senesinde Ali Samiyen'de oynanan Türkiye Kupası rövanş karşılaşması. Fenerbahçe'nin sekiz kişi kalmasına rağmen son saniyesine kadar mücadele ettiği, sonunda Galatasaray'ın 2-1 kazandığı, Cüneyt Çakır'ın ise büyük abdestini Türk futbolunun içine bıraktığı ilk maç.

O maçın ardından bakın Metin Tokat ne yazmış...

         Tam bir rezalet

Yıllardır futbolun içindeyim, 26 yıllık hakemlik hayatımda defalarca bu tür müsabakalar yönettim ama kartların ve faüllerin bu kadar kolay ve yanlış verildiği bir müsabaka görmedim.
....
Gökhan Gönül oyun alanı içinde yerde bulunan topu alıp taç atışı yapacakken, top toplayıcıdan gelen topun sahaya girmesi üzerine vakit geçirme diye ikinci sarıdan kırmızı kart göstermesi tam bir fiyaskoydu. Sahanın içindeki topu alan oyuncuya bu kadar kolay kart gösterilmez... [1]
Fenerbahçe'nin ve Gökhan Gönül'ün sırtına basarak ilk ivmesini kazanan Çakır, o gün bugün yükselmekte. Dün akşam sınırsız özgüveni ve biriktirdiği onlarca boncukla Kadıköy'de idi. Yaptığı hatalardan birine Gökhan'ın gönlü razı olmadı ama süper hakem dinlemedi bile onu.

Gerçi iyi ki dinlemedi. Taç attığı topu beğenmediği için ihraç ettiği oyuncuya, muhtemel maç başına para kazanan meslektaşını koruduğu için hayli hayli kırmızıyı gösterirdi Çakır.


[1] Metin Tokat, Tam bir rezalet, http://www.milliyet.com.tr/2008/02/28/spor/ytokat.html
[2] Okechukwu, O duruşa tek vuruş, http://ucheokechukwu.blogspot.com/2011/05/o-durusa-tek-vurus.html

8 Aralık 2011 Perşembe

Derbi ateşi

Türkçe afişi için “Aşk Kupası” ismi uygun görülen “Fever Pitch” [1] esas oğlanı Ben, amcası tarafından götürüldüğü ilk Boston Red Sox maçından dönerken büyülenmiş gibidir. Amca Carl, gözleri parlayan yeğenine bakıp, “Hayatın boyunca birçok kez hayal kırıklığına uğratacaklar seni.” der...

Bugün bizim için o hayal kırıklığı günlerinden biri Fenerbahçeliler. Son on senedir sarının yanına kırmızı yakıştıranların hissettiklerini tecrübe etme, güncel tabirle empati yapma vakti. Ama empati yaparken sakın ha abartıp, karalar bağlamayın. Ezeli rekabet muhasebesinde, seksen senedir (1931’de ilk kez öne geçer Fenerbahçe) hiç geçilmedi ve son kırk senedir (1971’de galibiyetler eşitlenir) hep önde taraftarı olduğunuz takım. Dün kaybedilen ise sadece bir tane maç.

[1] Fever Pitch(2005): Nick Hornby romanının ikinci beyaz perde serüveni. 1997'de gösterime giren ilki kadar başarılı olmasa da Amerikan versiyonu, taraftarım diyen izlerse kendinden birçok şey bulacaktır.

Four Four Two Dergisi tarafından tüm zamanların en iyi 50 futbol kitabı listesine ikinci sıradan dahil olan roman ise, "Futbol Ateşi" ismi ile Bağış Erten tarafından Türkçeye çevirelili tam altı sene olmuş...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Pazar'ın Ertesi" # 21

Türk futbolunun en büyük yıldızlarından, benim ilk büyük "futbol aşkım" Rıdvan'ın hayatı 3 Aralık 1989 günü değişti. İslam Çupi'nin ertesi gün Milliyet'te yayınlanan maç yazısı...
Sen bir futbol kasabısın Yesiç…
Sen çimen sanatı diye adlandırılan futbolun içine nasıl olsa düşmüş bıçak ilkelliğinde dolaşan bir çirkinliksin.
Sen ekmek parasına saygısı ve sevgisi olmayan, sen sahada dolaşırken hiçbir rakibine parmağı ile dahi dokunmayan Rıdvan’ın ayak bileğini hurdahaş ederken çirkinlikten öte,  bir gaddardın, insan dışı bir yaratıktın Yesiç…
Fenerbahçe ve Fenerbahçe taraftarı seni hiç unutmayacak Yesiç…
Tarihler hep “etme bulma” tekrarlarını daktilolar durur. Dün Rıdvan’a yarın kim bilir kime?...

Manzaralar hep hazindir Türkiye’de…
Maçın 37. dakikasında Rıdvan “ölüme tam teşebbüs” bir Yesiç faulü ile sahadan alınıp ambülansın içine konulduğunda stat sevince değil kedere boğulmalı idi…
1950 yılında bir büyük maç hatırlıyorum. Rio’da yapılan bir Botafago-Fluminense “derby”sini…
İlah Didi dün Rıdvan’a benzer bir sakatlığa maruz kalıp ambülansın içine konulunca, tribündeki Botafago ve Fluminense rekabeti birden kesilip, yerini dev bir ağlamaya bırakmıştı.
Brezilya futbol insanı müthiş bir rekabetin zıt odağı olmasını bildiği kadar, ondan daha dolu bir futbol ve futbolcu âşığı idi.
Futbolun hiçbir antika vazosunun rakip olsa bile, kırılmasına gönlü razı olmuyordu Brezilyalının…
Oysa Rıdvan’ı götüren ambülansın arkasından sanki, bir “oh olsun” vedası vardı. Numaralıdan yükselen cılız alkışların dışında yuhalanıyordu ambülans…
Brezilya neden 3 defa dünya şampiyon olmuştu?... Brezilya neden hâlâ dünya futbolunun en büyük patronlarından biri idi?
Türkiye neden Roma final çıtasını geçememişti?
Türkiye neden Rıdvan’lara gül değil de tekme atıyordu? Yarın Hami’ye, öbür gün Orhan’a yapılacak bu futbol “PKK”lığı bizi hangi cephaneliğe sürükleyecek?
Türkiye hâlâ futbol oynama oynamama ibresine neden Şark kurnazlıkları ile parmak atıp durmakta…Verdiğim iki örnek net iki fotoğrafsa, dünyanın neden Brezilya’ya özendiğine, Türkiye’ye ise neden hiç mi hiç özenmediğine  duyulan tercih kendiliğinden ortaya çıkar.

Fenerbahçe zaten kazanabilecek gibi değildi dün…
Fenerbahçe’nin tüm futbolu yaratacak, topa büyü sürecek güçleri dün sahanın içinde değil, sahanın dışında idi. Bir de bunlara Yesiç’zede Rıdvan ve üç buçuk lifi bu mücadeleye yetmeyen Hakan da eklenince, Fenerbahçe, Trabzon sahasında Oğuz’un parçalı hünerleri ile Turan, Nezihi ve B.Şenol’un dinmez, yüreklerinin içine sinmiş koskoca bir yalnızlıktı.
Fenerbahçe hiç ofansif marifeti üretmeyen kalabalık çakılı ve durağan bir defans içinde bekleyecekti Trabzon’u…
Trabzon Orhan, İskender kulvarı ile, aksi tarafta bek İsmail ve Hamdi kasırgası ile bulduğu aralıklarda, altını oyup duruyordu Fenerbahçe’nin.
Çabuk oynayan, ikili mücadelelere hep Trabzon markası koyan Fenerbahçe’nin ofans teşebbüslerine devamlı basan Borda-Mavililere karşılık, Sarı-Lacivertlilerin defans oyunun özelliklerine sahip hiçbir silahı yoktu.
Birinci golde İsmail’in geri pası, ikinci golde kalecinin yumruk yerine blokaja yeltenmesi, üçüncü golde ise, Vicsnevski’nin yanlış kademesi birer büyük suçlu olarak Fenerbahçe defans panosundan bir ışıklı reklam gibi geçti.Oyunun 3-0’dan 3-2’ye dönmesi, hiçbir zaman bir Fenerbahçe mucizesi olarak yorumlanmamalı…
Bu bir büyük çıkış değildir Fenerbahçe için…Fenerbahçe 3-2’yi bir büyük çıkış olarak kutlamamalı, skor aslında taraftar, kent, yönetim, teknik adam ve futbolcu bütünlüğü ile bir şampiyonluk havasına girdiği açık seçik olan Trabzon’u düşündürmelidir.
Çünkü Yesiç, Erhan ve Kemal Trabzon geri dörtlüsünde ağır bir şamandıra gibi duruyorlar…

04 Aralık 1989 ("Ayaklı ameliyat", Milliyet)

2 Aralık 2011 Cuma

Sakata gelmek

Kadın futbolunun ülkedeki yılmaz bekçilerinden biri olan (ikincisi kim diye sorsanız bilmiyorum) Dağhan Irak, takip eden cümleyi okusa "hadi oradan..." derdi muhtemelen. Ancak...
Futbol erkek oyunudur.

Ülkede etraflıca futbol üzerine yazılmış belki de ilk kitap olan Bu Maçı Alıcaz'da ise Can Kozanoğlu, akıl sağlığı yerinde her oğlan çocuğunun altı yaşına geldiği vakit bir futbol takımını tutacağını yazar. Elbette daha özenle seçilmiş kelimeler ve de daha akıcı bir üslupla. Cezayir'e gelirken kitabı yanımda getirmediğimden, aklımda kalan bu kadarı ama emin olun ana fikir doğru...

Az biraz kafam çalışıyor olmalı ki, ben de Can Abi'nin sözünü dinleyip Fenerbahçe'ye sevdalanmışım vakti zamanında. Can Abi demişken; abi diyebilecek kadar samimi olsam, beraber rakı içsek, atılan gole sevinsek, futbol konuşsak ne güzel olurdu...

Zırt pırt refere ettiğim bir başka İletişim Yayınları derlemesi, Futbol ve Kültürü'nde ise bir Ümit Kıvanç makalesi vardır. Gençlerbirlikli Kıvanç, Türkiye'de halı sahaların icadını ve gelişimini pek güzel özetlemiştir o yazıda.

Seksenli yılların başından itibaren, beş santimetre grobeton üzerine yeşil bir halı sermek suretiyle dağ taşa kurulan halı sahalar, "ulan o da kaçar mı be?!..." diyenlere kendini sahada ispat etme fırsatını tanımıştır. İyi bilek sahibi ama göt göbek bağlamışlar, kendini futbolcu sananlar ve bazen gerçekten lisansiye olanlar her gece dolduruyor bu sahaları. Temelde hedefi spor yapmak, ter ve de stres atmak olan niceleri; kimi zaman kaş yapayım derken göz, bazen de diz çıkarıyor...

Dizini eline alan o bedbahtlardan biri olan bendeniz, üzerinden beş ay geçmesine karşın hala merdiven çıkamıyorum ve ancak rüyamda koşabiliyorum.
Tamam geçmiş olsun da nereden çıktı şimdi bunlar diyenler vardır belki...

Lucas Leiva yazdırdı bunların hepsini bana. Geçtiğimiz günlerde dizinden sakatlanan Liverpool'lu oyuncu, sezon başından beri ciddi diz sakatlığı geçiren belki onuncu oyuncu oldu. Ersan, Vittek, Essien Bebe, Cangele, Rene Adler, Barış Özbek, Lucas...

Kabul erkek oyunu ama bu kadarı da fazla.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Gönüllerin tablosu

http://www.tbl.org.tr/tbbl/index.asp?sezon=2011-2012
Bu puan durumunu kim, neye göre düzenliyor? İkili averaj ve sayı averajında Fenerbahçe önde iken, lider Galatasaray MP. Bilmediğim için soruyorum...

27 Kasım 2011 Pazar

Sen misin horon tepen...

04.12.1989 / Milliyet Spor
Sene 1989. Fenerbahçe'nin başkanı Metin Aşık, Trabzonspor'un başkanı ise Mehmet Ali Yılmaz. Ertesi gün Trabzon'da iki takım karşılacak. Maçtan önceki gece iki yönetim toplanmış, beraber kadeh kaldırıp el ele horon tepiyor.

Şimdi gelelim fotoğraf altındaki yazıya.
"Umurunda mı dünya? Fenerbahçeli futbolcular sarılıktan kırılıyor. Herkes büyük telaş içinde. Başkan Metin Aşık ise Trabzon başkanı M. Ali Yılmaz ile birlikte önce kadeh tokuşturuyor, ardından da horon tepiyor. Meyhaneden kampı kontrol eden Aşık'ı görenler ise şaşkınlıklarının gizleyemiyor ve Aşık'ın neyi kutladığını kestiremiyorlar."

Vay utanmazlar...Maç öncesi dostane bir hava yaratıp, son 20 senede tavan yapan futbol şiddetinde hç payı olmayan masum medyanın yoluna taş koymuşlar!

22 Kasım 2011 Salı

Üzülüyor insan...

2008 baharı ve bir iş seyahati...
Deivid, Chelsea karşısında Fenerbahçe'nin ikinci golünü atıyor ve 37 ekran televizyonla sarmaş dolaş oluyorum. Afyon'da bir otel odasında. [1]

2011 kışı ama bu sefer biraz daha uzaktayım. Akşam Trabzonspor Inter'i konuk edecek ve El Cezire'nin spor kanallarından biri sayesinde maçı izleme imkanım var ama hiç içimden gelmiyor be...Göz göre göre hakkım yeniyor.

[1] http://ucheokechukwu.blogspot.com/2008/04/afyonda-uyumad.html

20 Kasım 2011 Pazar

Cezayir notları

Şehitler Anıtı
Yüz yıllarca sömürülen, ikinci dünya savaşının ardından Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) önderliğinde Fransa'ya direnen, bağımsızlıkları için yıllarca savaşıp, yüz binlerce şehit veren bir ülke Cezayir. Ellili yılların ortalarında başlayan ve ancak 1962 senesinde bağımsızlığın kazanımıyla sonlanan bu savaşın ardından, başkent Cezayir'e (ülkenin başkentinin ismi de Cezayir) şehitlerinin anısına bu anıt yapılmış.

Simgesel değeri paha biçilmez olan bu anıtın tepesine bir kez daha bakın şimdi ne göreceksiniz. Baz istasyonu! Cezayir'i ve bu milleti özetlemek için bu kare yeter de artar...

PS: En nihayetinde ilk önceliği futbol olan bir blogdasınız. Bundan ötürü; Cezayir Kurtuluş Savaşı ile futbol ilişkisini özetleyen ve Dağhan Irak'ın Tam Saha için yazdığı Cezayir: Çöl tilkisinin dönüşü isimli makaleyi okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Şizofrenik bir yazı

Astrolojiden pek anlamam ancak Fenerbahçe ile Karabükspor arasında oynanan maçın hakemi Aytekin Durmaz’ın ikizler burcu olduğuna dair ciddi şüphelerim oluşmaya başladı. Psikolojide şizofreni olarak tanımlanan rahatsızlığın, astrolojiye geçerken yumuşamış hali olan çift karakterlilik muhterem için tanımlanmış sanki. Yoksa bir insan Alex’i atarak dik durduğunu söylediği maçta, Emre’den kaçarak neden yerin dibine girsin ki?
İkizler burcu mensuplarının bir dediğinin diğerini tutmadığına dair bir hurafe vardır ya hani…İşbu durumu örneklemek ve kendimi yalancı çıkarmamak adına, ilk paragraf ile uzaktan yakından ilgisi olmayan yeni bir konuya geçme vaktidir.
Özgürlüğüne düşkün bir taraftarın, hatim etmeden maça gitmemesi gereken Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun [1] altıncı maddesine göre; spor kulüpleri müsabakanın saha güvenliğini sağlamakla yükümlüdür ve bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek amacıyla özel güvenlik hizmeti satın alabilirler. Spor alanlarında görev yapacak bu özel güvenlilik görevlileri ise Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanunda [2] belirtilen görev ve yetkilere haizdir.
Bu yetkiler sadece maça giren insanların üstlerini aramakla sınırlı değildir. Ceza Muhakemesi Kanunun [3] 90. maddesine göre yakalama, Türk Ceza Kanunun [4] 24 ve 25. maddelerine göre ise zor kullanma hakkında sahiptir özel güvenlik görevlileri. Buraya kadar yazılan teorik bilgileri sıkılmadan (sıkılsa bile sabırla...) okuyanlar için, gelelim tribün pratiğine.

Nicedir gittiğim Fenerbahçe tribünlerine, son üç senedir eşimle birlikte gidiyorum. İletişim Yayınları'nın futbol kitapları serisine dahil olan Futbol ve Kültürü isimli derlemede (Roman Horak/Wolfgang Reiter/Tanıl Bora), Cristian Broomberger imzalı bir makale vardır. "Stadyumdaki Kent" isimli bu yazı; Marsilya maçlarını izlemek için stadyuma gelen taraftarların, oturdukları tribün, yaptıkları tezahürat, ilgi gösterdikleri oyuncu, kazanmaya ya da kaybetmeye yönelik tepkileri vs. bakımından birbirlerinden ne kadar ayrıldıklarını anlatan harika bir analizdir. Bizim ülkemizde, tribüne gelen insanların bırakın eğitim düzeyi ya da yaş aralığını tespit etmek, seyirci sayısı bile devlet sırrı iken benzer bir araştırma hayalden öte değil. Hal böyle olunca, görüş alanımda olan ya da selamlaştığım 20-30 taraftardan hareketle, bizim içinde bulunduğumuz tribünün nispeten eğitimli, neredeyse hepsi erkek ve 25-30 yaş aralığında insanlardan oluştuğunu söyleyebilirim.

Betimlemeye çalıştığım bu tribünde, sezonda ortalama beş kere kavga çıkmakta. Genelde gerilimli maçlarda, çoğunlukla sudan sebeplerle çıkan kavgalar, yüksek katılımla dakikalarca sürebiliyor. Kavga edenlerin doyuma ulaşması ya da ortaya alınan kişi yalnız ise onun bayılmasıyla nihayete eren bu arbadelerin ardından, gözaltına alınan veya tribünden çıkarılan kimseye rastlamadım henüz. Bu düzensizliği sonlandırmakla yükümlü özel güvenlik görevlileri mi?

Onlar birbirinin ardına saklanarak, kavgalara nezaret etmekle meşgul.

[1] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/04/20110414-6.htm
[2] http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/1381.html
[3] http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/5271.htm
[4] http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html

1 Kasım 2011 Salı

Hakem olmasaydı?

Dün akşam sahada hakem olmasaydı, Danilo Nikolic Alex’e yaptığı faulün ardından vurulmuş gibi yere düşer miydi? Kanacak adam olmadıktan sonra niye düşsün ki…

Ya da Emre Belözoğlu, kimi şamar oğlanına çevirip de taraftarın önüne atacaktı hakem olmasaydı?

İkinci yarının hemen başını hatırlayın, Bienvenue kaleci ile karşı karşıya kaldığı an “oyna oyna” diye bağıracaktı sahadaki futbolcular, tribünlerdeki taraftarla beraber. Kural kitabında tarif edilen avantaj kuralına uyacaktı binler, hakem olmasaydı eğer. O ise beceremedi.

Mekteb-i Sultani lobisi, sekiz haftada iki hakemin kellesini aldı; bir tane de biz alalım değil derdim. Ya da 50'lilere dönelim ve de maçları yabancı hakemler yönetsin de istemiyorum.

Ütopyam şudur ki; ofsayttan başka sorumluluğu olmayacak iki tane yan hakem olsun sadece. Faul yapan oyuncu rakibinden özür dilediğinde oyun dursun, top oyun dışına çıktığında kimden çıktıysa o elini kaldırsın ve de anlaşmazlık olunca iki takım kaptanından başkası karışmasın. İnanın daha adil oynanır o zaman bu oyun.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Trabzonlu Cemil

Fenerbahçe forması ile tek bir kırmızı kart dahi görmeyen Cemil Turan, 114 gündür parmaklıklar ardında.

Göçük altında futbol

Bir önceki hafta rahmetli Çupi’nin tabiriyle; Galatasaray, Fenerbahçe ile oynamış ve son yirmi sene içinde ilk kez Kadıköy’den net bir galibiyet alarak dönmüştü. Venglos’un Fenerbahçe’si baş aşağı giderken, Feldkamp’ın Galatasaray’ı ise bu sonucun (1-4) ardından liderlik koltuğuna oturuyordu.

Sene 1993 ve ben henüz 13 yaşında idim. Büluğ çağının ortasında kendimi anlamaya çalışırken, üzerine bir de Fenerbahçe için kafa yoruyordum. Takip eden hafta rakip o sezonun yükselen değeri Kocaelispor idi ve Fenerbahçe’yi yalnız bırakmak olmazdı. Bir hafta süren ev içi lobi faaliyetlerim sonucunda önce annem dolayısıyla da babamı ikna edip, maç gününü iple çekmeye başlamıştım.

Gündüz oynanacak maç için erkenden uyanıp, öğlen olmadan evden çıkmıştım. İdealtepe’den trene binip istasyonları saymaya başlamış, Feneryolu, Kızıltoprak derken Söğütlüçeşme görünmüştü. Hızlı adımlarla stada yaklaşırken, ne yalan söyleyeyim bir gariplik olduğunun hala farkında değildim. Kabul, bir önceki hafta ezeli rakibe mağlup olan takımı izlemeye otuz bin kişi gelmezdi ama bu kalabalık da çok azdı sanki…

Gişeye iki adım kalmışken, birisi "Delikanlı maç iptal oldu." dedi. Soran gözlerle bakınca suratına, "...Özal öldü evladım, senin haberin yok mu?" diye ekledi.

17 Nisan 1993 günü dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ben yoldayken ölmüş, Başbakan Demirel'in Spor Bakanı Mehmet Ali Yılmaz'a talimatı ve TFF oluruyla tüm maçlar cenaze kaldırılana dek iptal edilmişti. Özal'ın ölümünden ziyade Fenerbahçe'yi izleyememenin hüznü, çocuk aklım ve bükük boynumla evin yolunu tutmuştum.


Dün akşam ise tarihe 23 Ekim Van depremi diye geçecek olan ve istatistik tutanların 39 Erzincan ve 99 Gölcük depremlerinin altına iliştirecekleri milli bir afet yaşandı. Bir değil yüzler öldü. Göçük altında hala hayat mücadelesi veren bir o kadar insan varken, Fenerbahçe ile Samsunspor oyun oynamak için sahaya çıktı.

Program bu kadar sıkışık ve yayıncının haklarını korumak farzken ertelenemezdi elbette. Deprem ülkesiyiz sonuçta, alışığız biz bu kayıplara. Yeter ki ligimizin marka değerine halel gelmesin!

18 Ekim 2011 Salı

Lafım size değil, tatlı su Fenerlileri...

Hep söylenir ya hani... 25 milyon taraftarı var Fenerbahçe'nin. Görelim bakalım aynı saatte iki salonu birden doldurabilecek mi o büyük taraftar.

Kızlar Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı Galatasaray'a kaybettiği gün vermiştim ben kararımı. Metris'te başkanı ziyaret ettikten sonra sözleşmesini uzatan Birsel Vardarlı için, senelerdir bu takımı sırtında taşıyan, "Böyle bir günde Fenerbahçe'yi bırakmam mümkün değil. Bu sezon da şampiyonluğun en büyük adayı biziz." diyen Nevriye Yılmaz için Caferağa'ya koşarak gideceğim yarın akşam.

Caferağa'ya gelenlerin hatırlayacağı şu tezahürat, hiç bu kadar anlamlı olmamıştı.

Nevriye Yılmaz, Nevriye Yılmaz, herkes yılar, Nevriye Yılmaz.

Fenerbahçe Ülker 20:00Caja Laboral (19 Ekim Çarşamba - Abdi İpkeçi)
Fenerbahçe 20:00 CCC Polkowice (19 Ekim Çarşamba - Caferağa)

4 Ekim 2011 Salı

Aklıma takıldı...

Beşiktaş'ın Gaziantespor karşılaşmasının ileri bir tarihe ertelenmesi isteği üzerine, TFF maç günü bir açıklama metni yayınlayarak bu talebin reddedildiğini açıkladı. Gerekçeleri ise muazzam;
Görülen lüzum üzerine belirtmeliyiz ki, Beşiktaş Jimnastik Kulübü 21 Eylül 2011 tarihinde, Futbol Federasyonu'na 5. haftadaki Gaziantepspor-Beşiktaş A.Ş. karşılaşmasının 3 Ekim Pazartesi tarihinde oynanmasını özellikle talep etmiştir. Gerekli çalışmayı yapan Türkiye Futbol Federasyonu, ilgili maçın BJK'nın isteği doğrultusunda Pazartesi günü (bugün) oynanmasını kararlaştırdı. [1]
İnsan sormadan edemiyor...
  1. Beşiktaş ile kendi sahasında oynayacak olan Gaziantepspor'un konuya ilişkin fikri alındı mı? Bir İstanbul takımını hafta sonu konuk etmek varken, ilk mesai gününü tercih etti ise Gaziantep, nasıl ikna edildi?
  2. TFF, maç takvimini belirlerken spor kulüplerinin özel isteklerini dikkate alabilir mi? Eğer dikkate alabiliyorlarsa, aynı gün yayıncı kuruluşa cevaben yapılan şu açıklamanın manası nedir?
    Bahse konu ihale sonucuna istinaden karşılıklı yapılan sözleşmede, "müsabakaların yayın saatlerinin ve günlerinin birlikte belirleneceği fakat son ve nihai kararın Türkiye Futbol Federasyonu tarafından verileceği" son derece açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. [2]
  3. TFF tarafından yapılan aynı açıklamanın son paragrafında şu şekilde bahsi geçen;
    Diğer taraftan, mevcut gelişmeler ışığında yapmış olduğumuz değerlendirmeler, kulüplerimizden gelen talepler ve her gün maç oynanmasının tribün izleyicisi sayısına etkileri nedeniyle maç takviminde yeni bir düzenleme yapılması gereği doğmuştur.[2]
    bu düzenlemeye ihtiyaç olduğu, Fenerbahçe'ye Nba takımları misali 11 günde dört maç yaptırıldıktan sonra mı anlaşıldı?
  4. Siz bizlerle alay mı ediyorsunuz?
[1] http://www.tff.org/default.aspx?pageID=285&ftxtID=13540
[2] http://www.tff.org/default.aspx?pageID=285&ftxtID=13539

26 Eylül 2011 Pazartesi

Canım cicim aşkım

Bu aralar çok çalışıyorum. Yazmaya niyetlenmem iki günümü, planlamam üç günümü, tasarlamam ise bir üç günümü daha alıyor. İşbu gecikmenin sebebi bunlardır.

Takip eden fotoğraf bendeniz tarafından 22 Mayıs akşamı çekilmişti. Işık hızıyla kareden çıkmaya çalışan Fenerbahçesiz siluetlerin ortasında kalmış olan, benim canım cicim aşkım ve şampiyon olmanın haklı gururuyla poz vermiş.

20 Eylül akşamı ise mesaiden erken çıkıp Manisa maçı için yollara düşen kuzumdan, saat 17:43'te şu mesaj geldi; "Bana gönül koyma canım cicim aşkım, Fener'in maçı var.". O an itibarıyla nasıl mutlu olduğumu, yine yeni yeniden aşık olduğumu bilgilerinize sunarım.)

19 Eylül 2011 Pazartesi

Bir taşla iki kuş


Kaderin cilvesi mi yoksa fikstürün azizliği mi bilinmez ancak geçtiğimiz sezon Fenerbahçe'nin peşine takılan Trabzonspor, bu sezon ise Galatasaray'ın ardından geliyor. Bir önceki hafta- Hafta dediysem lafın gelişi; Fenerbahçe için günaşırı, diğer takımlar için ise üç dört günde bir maç var artık play-off güzeli ligimizde.- Galatasaray karşısına çıkan ekipler, takip eden maçta Trabzon'a rakip oluyorlar.

Bu takımlardan biri olan Samsunspor, dün akşam Galatasaray karşısında kendini sınadı. Trabzonspor maçı öncesi oynanan bu 'hazırlık' maçında iyi mücadele eden kırmızı-beyazlı ekip, üçüncü Fatih Terim dönemine İBB karşısında hayal kırıklığıyla başlayan Galatasaray'dan neredeyse puan alacaktı.

Felipe Melo'nun sıra dışı golüyle ilk yarıyı önde bitiren Galatasaray karşısında beraberlik golünü bulan Samsun ekibi, önce kaleci Ahmet Şahin'in hatası ve Elmander'in düzgün vuruşuyla geriye düştü, ardından da Müftüoğlu'nun üstün gayretiyle on kişi kaldı. Ahmet Şahin'in ihraç edilmesiyle sonuçlanan penaltı pozisyonu Galatasaray'ı rahatlatırken, kalecisi ve kaptanı Ahmet Şahin'i bir sonraki maçta Trabzonspor karşısında oynatamayacak olan Samsunspor'u ise sıkınıtya düşürdü.

Şu hep bahsedilen 2000 ruhu, bu sefer bir taşla iki kuş vurmaya niyetlenmiş olabilir mi?

16 Eylül 2011 Cuma

Gel seni kraliçe yapayım

Arşivimi temizlerken karşıma çıkan ve hakkında en ufak bir fikrim olmayan bir haber. Milliyet arşivinde boş boş gezinirken mi karşıma çıktı yoksa bir blogger kardeşimin emeğini mi çalıyorum belirsiz. Cüneyt Özdemir'in yayılmasına vesile olduğu gazetecilik düsturu '5n 1k' ya verebilecek ise Sudanlı spor gazetecisinin malın gözü olduğu yorumum dışında bir tanecik cevabım var. Dansöz Efruz. O da Radikal'den Gökhan Akçura'nın yardımıyla...

Ekran dansözleri çıktı cihana

Dansözler tarihinde önemli bir sayfa da televizyon ekranında yazılır. O güne kadar bırakın dansözleri, arabesk müziği bile kolay kolay ekrana getirmeyen TRT, ne hikmetse tam da 12 Eylül’ün hemen sonrasında insafa gelir. Terbiyeli ve ‘estetik’ dansözümüz Nesrin Topkapı, 1980’i 1981’e bağlayan gece, saat 00.05’te ekrana çıkıp beş dakika dans eder. Bunu takip eden yılbaşı Topkapı’nın dansı yedi dakikaya çıkar. Üçüncü yıl ise 10 dakikaya! Gitgide alışırız bu seyirliğe... Nesrin Topkapı da artık “ekran dansözü” olarak anılmaktadır. Dördüncü yıl, yani 1983’ü 84’e bağlayan yılbaşı gecesi, TRT’nin hovardalık yapacağı tutar. Önce sekiz dansözün yılbaşı programında yer alacağı açıklanır. Hazırlıklar sürerken bu dansözlerden ikisi “sakıncalı” bulunarak listeden çıkarılır. Kalan altı dansöz Nesrin Topkapı, Prenses Banu, Seher Şeniz, Tülay Karaca, Firuze Sultan ve Efruz olarak sıralanmaktadır. Lakin, Nesrin Topkapı “Bu yıl da, ya ben tek başıma çıkarım, ya da hiç çıkmam,” deyiverince ortalık karışır. Son karar genel müdür Macit Akman’a kalmıştır. 31 Aralık’ta programın gidişatı gazetelerde şöyle duyurulur: “Yılbaşı programında yeni yıl iyi dilek mesajını Zeki Müren okuyacak; Firuze Sultan, Efruz ve Prenses Banu oryantal danslarıyla programa katılacaktır.” Bir yıl sonra yani 1984’te ise iki dansöz kalmıştır yılbaşı ekranında: Prenses Banu ve Hülya Işıl. Bu dansözler gazetelere verdikleri beyanatta “Yılbaşı göbeğini birlikte atalım” diye buyururlar. [1]
Spor yazarı Omar Appitim, dansöz Efruz'a "Senin gibi süt beyazı kadınlar Sudan'da kraliçe olur. Gel seni götüreyim." diye konuştu.


Ay ve yıldız

TFF Sportif Ekipman ve Reklam Talimatı'nın bir maddesi şöyle der:

MADDE 13 – AY-YILDIZLI AMBLEM
(1) En üst profesyonel ligde sampiyon olan kulüp ve Türkiye Kupasını kazanan kulübün, takip eden sezonun sonuna kadar tüm resmi müsabakalarında formalarının sol üst köşesinde ay-yıldız amblemi, sağ üst köşesinde kulüp logosunu taşımaları zorunludur. [1]
Inter-Trabzonspor maçı

Beşiktaş-Maccabi Tel Aviv maçı

Fenerbahçe-Orduspor maçı
Bunca hukuksuzluk ve haksızlığın ortasında, benim de takıldığım şeye bak. Hiç işim gücüm yok mu nedir?!

[1] http://www.tff.org/Resources/TFF/Documents/2009DK/TFF/tlmt05-09/Sportif_Ekipman_ve_Reklam_Talimati-05-09-09.pdf

13 Eylül 2011 Salı

Eurobasket 2011

İkinci tur maçları başlamadan keşke yayımlayabilseydim ama henüz ikinci gün diye başlayan ve orada kalan, 6 Eylül tarihli bir taslağım var idi.
İşbu yazı, geç olsun güç olmasın düsturuna ve okuyacak olanların iyi niyetine sığınılarak tamamlanan o taslaktır.
2. Tur Grupları ve Maç Programı
İkinci tur grup maçları başlarken, Fransa ve Almanya'dan en azından birini mağlup ederek ilk sekize kalacağımızı düşünüyordum. Takımın akıllara zarar halleri vardı ancak hep böyle gidecek değildi ya...

Polonya maçının ilk yarısının sonunda Orhun Ene İzzet'i oyuna aldı. Polonya'nın 5 bilemedin 10 saniyelik bir hücum hakkı vardı ve henüz faul hakkımız dolmamıştı. Faul yapsın diye oyuna alındığını sandığım İzzet, Berisha'nın turnikesine nezaret etti. Gençtir dedik laf söz etmedik.
Aynı maçın sonunda ise bu sefer son top bizde ve bir sayı gerideydik. Yine mola alındı, sözüm ona hücum seti çizildi. 2001'de ev sahipliğini yaptığımız ve final oynadığımız turvaya şimdiki hocası Orhun Ene'nin ardında başlayıp, Ene'nin sakatlığıyla beraber takımın bir numaralı oyun kurucusu olan Kerem Tunçeri 12 saniye kala topu eline aldı. Perde için dışarı gelen Enes içeri devrildi ve Lehler savunmada adam değiştirmek zorunda kaldı. Enes, yarısı kadar bir çocuğu sırtına alıp en kötü ihtimalle faul çizgisine gitmeyi cebine koymuşken top bir türlü ona geçmedi. Kerem kaldırdı attı.

Britanya'nın kıyağı ve İspanya piyangosu ile ikinci tura çıktık. İkinci tur ilk maçında rakip namağlup Fransa idi. Kötü başladığımız maçı, iyi savunma yaparak son topa getirdik ve yine olmaz olası o molayı almak zorunda kaldık. 5 saniye kala kenardan top çıkarmamız gerekiyordu ve top bir önceki atışı isabetli kullanan Emir'in elindeydi. Son şutu kullanmayı beklerken top eline verilince, o da şaşırmış olmalı ki oyuna dahi sokamadı topu.

Bir sonraki rakip Almanya, bir başka deyişle Nowitzki idi. Bizim asıl rakibimiz ise serbest atış çizgisi oldu. 2009 Polonya'da sadece Ömer Aşık atamazken (bkn: Beleş atış)çizgiden, bu turnuvada bütün takım atmamaya karar vermişti. Almanya'ya karşı %45 ile serbest atış atarken, rakip ise %92 ile kullandı. Yeri gelmişken söylemek de yarar var; 2009 Polonya ile karşılaştırıldığı vakit Ömer Aşık'ın faul yüzdesi neredeyse %25 artmış.

Son şansımız olan Sırbistan karşısında genel beklentinin aksine iyi mücadele etti milli takım. Savunmasıyla oyuna ortak oldu ama manasız hatalar ve düşük faul yüzdesi omuzlara bir kez daha yük oldu. Periyotların birinin sonunda, Kerem Tunçeri faul hakkımız dolmamışken faul yapmayı akıl edemedi de Allah'tan adam sokamadı. Bir başka pozisyonda ise faul hakkımız dolmuş ve rakibin hücum süresinin sonlanmasına bir saniye kalmışken, Hidayet top süren adama faul yaptı?
Son toptan önceki iki topu Ender Arslan kullandı. İkisinde de rakibini kolayca geçip potaya gitti ve başarılı oldu. Madem başarılı oldu, son topu kenardan onun çıkarması gerekiyordu ve öyle oldu. Kimse kendini göstermeyince, Enes'in elinde kaldı top. O da kaldırdı attı. Aynı Kerem gibi...

9 Eylül 2011 Cuma

Yorumsuz

Potada sarsıntı / 23 Temmuz 2011

Sıkıntılı günler geçiren Fenerbahçe’de basketbolun geleceği tartışılıyor. Bayan takımında küçülme yaşanacağı konuşulurken, sarı-lacivertli yetkililer böyle bir durumun olmadığını savunuyor. [1]

Bize gel Birsel / 24 Temmuz 2011

Sarı-kırmızılılar, küçüleceği iddia edilen Fenerbahçe'nin milli bayan basketbolcusuna yıllık 500 bin $ önerdi. [2]

Kaptan terk etmez / 26 Temmuz 2011

Fenerbahçe'den para yüzünden ayrılacağı iddialarını yalanlayan Nevriye Yılmaz, "Böyle bir günde Fenerbahçe'yi bırakmam mümkün değil. Bu sezon da şampiyonluğun en büyük adayı biziz." dedi. [3]

Birsel Vardarlı, Metris’te yöneticilerimizi ziyaret etti / 7 Eylül 2011

Fenerbahçe kadın basketbol takımının milli yıldızlarından Birsel Vardarlı, sarı lacivertli yönetici Semih Özsoy ile birlikte dün Metris’e giderek şike soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Başkan Aziz Yıldırım ve yöneticiler İlhan Ekşioğlu ile Şekip Mosturoğlu’nu ziyaret etti.

Tecrübeli oyuncunun Aziz Yıldırım’a yaptığı ziyaretin ardından sözleşmesini iki yıllığına daha yenileyeceği öğrenildi. [4]

Birsel Vardarlı 2015’e kadar Fenerbahçemizde / 7 Eylül 2011

Son 5 yıldır elde ettiğimiz 5 lig şampiyonluğunda, Avrupa'daki ve Türkiye'deki pek çok zaferimizde önemli katkısı olan milli oyuncularımızdan Birsel Vardarlı'nın devam etmekte olan sözleşmesi iki yıl uzatıldı. [5]

Soruşturma kapsamında yeni gelişme / 9 Eylül 2011

Futbolda devam eden "Şike Soruşturması" kapsamında, Ferudun Tankut, Semih Özsoy ve Koray Avcı, Emniyet Müdürlüğü'nde ifade veriyor. [6]

[1] http://spor.milliyet.com.tr/potada-sarsinti/spor/spordetay/23.07.2011/1417854/default.htm
[2] http://www.sabah.com.tr/SabahSpor/Basketbol/2011/07/24/bize-gel-birsel
[3] http://www.sabah.com.tr/SabahSpor/Basketbol/2011/07/26/kaptan-terk-etmez
[4] http://www.fbhaber.org/?p=3644
[5] http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=25759
[6] http://www.ntvspor.net/haber/futbol/47868/sorusturma-kapsaminda-yeni-gelisme

Algılar şelale

Futbol kulüplerinin ekmek teknesi olan Lig TV, Çarşamba akşamı 'Artık Futbol Konuşacak' adlı bir program yayınladı. Üstüne play-off kostümü giydirilen Türk futbolu, Şansal Büyüka yönetiminde ve Melih Şendil yancılığında masaya yatırıldı. Neredeyse bütün kulüplerin teknik direktörleri de oradaydı.
Program formatı olarak belirlenen 'körler sağırlar birbirini ağırlar' ilkesi; sahte gülüşler, yeni sistemin getireceği heyecan üzerine şekillenen yalanlar, sinyor tarafından amigoluğu yapılan "yayıncı sen bizim her şeyimizsin..." tezahüratları ile devam etti. Aykut Kocaman çomak sokana dek:
"Burada Bülent Uygun ve Tayfur Havutçu’nun da olması gerekiyordu. Dilerim en kısa zamanda aramızda olacaklar. Şu anki psikolojik ortamdan dolayı play-off sistemi getirildi. Her şeye şüpheyle bakıldığı bir ortamdan geçiyoruz. Bir kaç senelik güven ortamının sağlanmasının ardından her şey normale döner diye düşündüm." [1]
Vekaleten yerine bakan Portekizli hocanın dahi hatırlamadığı Tayfur Havutçu, Aykut Kocaman tarafından arsız meslaktaşlarına hatırlatıldı. Play-off sisteminin ise gündem değiştirmek ve yayıncının kaybını azaltmak için uygulanan geçici bir çözüm olduğunu ekledi. Farazi Süper Lig söylemlerinin altının ne kadar boş olduğunu beş sakin cümleyle gözümüze soktu ve akil izleyiciler için program o an bitti.

En azından ben öyle sandım. Takip eden iki gün boyunca ulusal gazetelerin ve spor ajanslarının internet sitelerini taradım. Öne çıkarılması gereken haber olan Aykut Kocaman'ın insani söylemini aradım durdum. Medya ise insani yerine sınai söylemlerden besleniyor, onu atlamışım.

'Ekmek Teknesi'nin Gamsız Celal'i gibi bizim medya da, Celal Abi ile tek farkları, onun arzularının bizimkilerinin ise algılarının şelale olması.

[1] http://spor.milliyet.com.tr/zirvede-buz-gibi-sozler-/spor/spordetay/08.09.2011/1435936/default.htm

25 Ağustos 2011 Perşembe

Yayıncının gücü adına

Başkanı olduğu kulüp eski açığının üçte birini dolduracak kadar kombine satamamışken; Demirören, Kulüpler Birliği adına yaptığı açıklamada yayıncı kuruluş için 'dekoder' duasına çıktı. Hal böyle iken bize ne yemek düşer biliyorum ancak beşer doğası işte, sorgulamadan yapamıyor...
"Olumsuz tarafları yaşanacaktır ama futbol ailesinin tek amacı vardır; yere düşmüş futbolumuzu ayağa kaldırmak. Bu her futbolseverin birinci vazifesidir. Maç fazlalığı, derbi maçların fazla oynanması, bu canlılığı tekrar geri getirecektir. Kişiler geçicidir, kulüpler kalıcıdır, herkesin decoder alarak kulüplerine sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz" [1]
Federe olarak top tepen ülkelerden tam 26 tanesi, şampiyonunu play-off ile belirliyor. 26'nın 11 tanesinin hamisi UEFA. Avrupa Futbol Federasyonları Birliğine bağlı bu kadar ülke arasından, elle tutulur tek lig ise Belçika ligi. Onu da ne kadar tutarsınız size kalmış.

Futbol Club Santa Colama, SP Tre Fiori ve Birkirkara FC kulüpleri geçtiğimiz sezonu şampiyon bitiren play-off galipleri. Avrupa futbolunun bu üç güzide temsilcisiyle az önce tanıştık. Sırasıyla Andorra, San Marino ve Malta liglerinin şampiyonları bu takımlar.

Kalan Avrupalılar ise ya coğrafi olarak Avrupa'da olduklarına milyonlarca şahit gereken Kazakistan ve Azerbaycan misali eski SSCB ülkeleri ya da İsrail ve Güney Kıbrıs gibi futboldan çok siyaset ile dünyaya nam salan ülkeler.
10 bilemedin 12 takımla ligi çevirmeye çabalayan Birleşik Krallığın küçük ortakları İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler de play-off'a mecbur kalan diğer Avrupa ülkeleri.


Kuzey ve Güney Amerika ise play-off hesabına 12 lig ile katılıyor. Çoğunlukla "apertura" ve "clausura" adı verilen tek devreli iki ayrı lig ardından oynanan play-off aşamasıyla ikişer şampiyon belirlenen bu iki kıtada; Peru, Uruguay ve Venezuela nispeten farklı sistemler uyguluyor.

Peru'da 16 takım öncelikle çift devreli bir lig oynuyor. 120 maçın ardından oluşan sıralamaya göre, lig sekizer takımdan oluşan iki gruba ayrılıyor. Bu iki grupta oynanan toplam 56 maçın ardından, 2 grup birincisi birbirleriyle birer kez daha oynuyorlar ve şampiyon belirleniyor. Kırkpınar'da başpehlivan olmaktan daha zor olan bu sürecin geçtiğimiz sezon galibi Universidad San Martin olmuş.

Uruguay ve Venezuela ise apertura ve clausura liglerini birinci bitiren takımları karşılaştırıp, şampiyonlarına bu şekilde karar veriyorlar. Bu harika sistemin son Venezuela şampiyonu Deportivo Tachira, final oynama hakkını kazandığı ilk lig olan apertura'yı lider bitirirken, clausuara'yı ise 14. bitirmiş. Finalde kaybeden ekip ise, 18 takımlı ligde apertura'yı 17. bitirirken, clausura'nın ise galibi olarak züğürt tesellisinin sahibi olmuş.

Kalan üç ülkeden biri komşu Irak iken, ikisi ise Okyanusya'dan. Avustralya ve Yeni Zelanda bir deste takımla lige benzer bir şeyler oynatmaya çalışırken, Irak'da toplam 28 takım iki gruba ayrılıp sonra finalde buluşuyorlar.

Yazıya dahil olamayan ama listede mevcut olan lig ve takımların hepsine bir kez daha göz atıp, koşarak dekoder almaya gidersek ülke futbolu ayağa kalkacak. Yoksa sen NBA'de bile uygulanan bu sisteme inanmıyor musun!?

Not A: Hem apertura hem de clausura ardından play-off oynanarak şampiyonu belirlenen ligler.
Not B: İki grup olarak başlayan ve ardından play-off oynanan ligler.
Not C: Tek grup olarak başlayıp, iki gruba ayrılan ve sonunda play-off oynana lig.
Not D: Apertura ve clausura galiplerinin sezon sonunda karşılaştığı ve tek şampiyon belirlenen ligler.

PS: Play-off saçmalığıyla alakalı bu araştırma yapılırken TFF Fenerbahçe'yi şampiyonlar liginden men ettiğini açıkladı. Uefa ise yaptığı açıklamada sıfır toleranstan dem vurup, şike soruşturmasında tutuksuz yargılanan ve yurt dışı çıkış yasağı sebebiyle kura çekimine dahi gidemeyecek olan bir başkana sahip olan Trabzonspor'u aynı lige almakta mahsur görmedi.

[1] http://www.cnnturk.com/2011/spor/futbol/08/23/toplantidan.play.off.karari.cikti/627036.0/

22 Ağustos 2011 Pazartesi

El Clasi-co

Marcelo'nun attığı o tekme futbol rüyamın da sonu oldu. (bkn: Bir önceki postun sonu.) 
O ana dek çekik gözlü Barça taraftarlarının tribünde oturmalarını sorgulamayan zihnim; "Ne işi var bu Japonların orada?" demeye başladı. Mareşal Franco'nun takımı ile Katalan halkının gururunun mücadelesinin tanıkları Japon futbol turistleri mi olmalıydı...
Sadık bir futbol müşterisi olan bendeniz, henüz o stadın yolunu bulamamışken hem de!
Camp Nou sezonluk bilet fiyatları (2011-12)
Bu haset kıvılcımı ile ortaya çıkan "el clasi-co" izleme sevdam, evrilip Avrupa Birliği vatandaşı bir Espanyol olduğum fantazisine dönüşünce araştırma yapmak elzem oldu. Barcelona'yı bir sezon boyunca tribünde izlemenin maliyeti 92 €'dan başlarken, ödeyeceğiniz azami miktar ise 764 €. Dürbüne ihtiyacınız olacağı aşikar ancak 19 lig maçı ve olası Kral Kupası maçlarında Barça'yı tribünde izlemek için ödenecek 92 €, olacak iş değil.
Barnebau sezonluk bilet fiyatları (2011-12)
Gelelim geçtiğimiz asrın en büyük takımı -Ben demiyorum, FIFA seçmiş.- Real Madrid'e. İki farklı paket halinde satılıyor sezonluk biletleri. Sadece lig maçları bana kâfi derseniz, asgari 213 € azami ise 1757 € ödüyorsunuz. Yok eğer şampiyonlar ligi olmadan olmaz diye diretirseniz, 309 € ile 2277 € arasında değişen fiyatların müşterisi olmanız gerekmekte. 
Şükrü Saraçoğlu sezonluk bilet fiyatları (2011-12)
Şimdi sıra biricik aşkımız Fenerbahçe'de. Alex'e sesinizi duyurabilme ihtimalinin bedeli, 750 TL ile 7450 TL arasında değişmekte. Avrupa Birliği hesabıyla, 291 € ile 2899 €'ya denk geliyor bahsi geçen meblağlar. Real Madrid'den eksiğimiz yok fazlamız var.
Fenerbahçe Stadı sezonluk bilet fiyatları (1993-94 sezonu)
Hafızam beni yanıltmıyor ise, Fenerbahçe tribünleri için satılan ilk sezonluk biletler 1993-94 sezonu içindi. Sadece eski numaralı için satılan sezonluk biletlerin fiyatları, yine eski parayla 2.5000.000 TL ile 10.000.000 TL arasında değişmekte imiş. -Milliyet arşivini oluşturan canlara sağlık- Merkez Bankası verilerine göre 1993 senesinde dolar kuru ortalama 12.000 TL mertebesinde. Biraz aritmetik ve oran orantı kullanarak günümüz kuruna çevirince, asgari 145 € ile azami 580 € arasında değişen bir fiyat listesi oluşuyor.

Başka bir deyişle; Uche'nin çubuklu forma içinde attığı ilk gole tanıklık etmek ve gol sevincini hemen arkanızda bulunanan Şeref Tribünü ile paylaşmanın bedeli 1.500 TL bile değil.

Daha başka bir deyişle; 1993-94 sezonu Fenerbahçe'sini izlemek ile 2011-12 Barcelona'sını izlemek arasında -üç aşağı beş yukarı- fark yok.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Ön adı endüstriyel...

...adı ise futbol olan bu oyunu çok seviyoruz. O kadar çok seviyoruz ki; ertesi mesai gününü esneyerek geçirme pahasına  da olsa, gece yarısı başlayan ve uzama olasılığı olan bir kupa maçını gönül rızası ile izleyebiliyoruz. Bahsi geçen maçta, geçtiğimiz yüzyılın FIFA'dan onaylı en iyi takımı Real Madrid ile içinde bulunduğumuz asrın müstakbel en iyisi Barcelona karşılaştı. Futbol canımıza can kattılar katmasına da keşke Marcelo o tekmeyi atmasaydı...

Barça atkısı 10 €
Barcelona 3-2 Real Madrid

11 Ağustos 2011 Perşembe

Tam 36 gün...

Cemil Turan, Türk futbolunda bir dönemdi...Rumeli Kavağı Spor Kulübü'nde başlamıştı futbol oynamaya. Henüz 14 yaşında iken Sarıyer altyapısına geçen ve bir sene sonra A takıma yükselen Cemil, 6 sezon 'Beyaz Martı' olarak süzüldü Türk futbolunun semalarında.

Ezeli rakipler Fenerbahçe ve Galatasaray ile İstanbulspor Cemil'in peşindeydi. Türk futbolunun efsane isimlerinden Metin Oktay, Cemil Turan'ı Galatasaray'a kazandırmak için bizzat mesai harcıyordu. Buna karşın Karadeniz çocuğu Cemil, onu yetiştiren kulüp olan Sarıyer'in istediğini yapıp İstanbulspor'a imza attı. Türk futbolunun unutulmaz liberolarından olan Alpaslan Eratlı ile birlikte 1968-69 sezonunda İstanbulspor formasını giydi ve 4 sezon boyunca çok başarılı oldu. 

Sakin ve ağır bir oyuncu izlenimi verirken, aniden ceylan gibi süratlenebilen ve bir o kadar çabuk durabilen, kurşun gibi şutlar atan, 44 milli maçta 19 kez zaferi damgalayan imza idi Cemil Turan.
 

17 Ekim 1970 tarihinde Köln'de oynanan maçta, Türk milli takımı Meksika 70'in dünya üçüncüsü Federal Almanya'nın karşına çıktı. Beckenbauer'lı, Gerd Müller'li ve Sepp Maier'li Almanya idi rakip... Maçtan önce herkes 3 farklı bir mağlubiyete bile razı iken, maç 1-1 sonuçlanmış ve kaçırılan galibiyet için hayıflanılıyordu. Maç akşamı Köln'de verilen yemeğe ünlü futbol adamları katıldı. Türkiye'nin katıldığı ilk dünya kupası olması açısından ayrı bir önemi olan 54 İsviçre'nin şampiyonu olan Alman milli takımının kaptanı Fritz Walter de konuklardan biriydi. Fritz Walter, Uwe Seeler ve Halit Kıvanç arasında geçen diyalog şu şekildeydi;
Fritz Walter, ilk yarıda oynayan santraforumuzu niçin ikinci yarıda çıkardığımızı sordu. "Genç bir futbolcu." dedim. "Yeni oynuyor, denendi." Cemilden bahsediyorlardı. Fritz Walter, "En çok onu beğendim," sözüyle görüşünü açıklerken, Seeler de katıldı: "Cemil mi adı? Çok büyük bir yetenek, ilerde büyük bir futbolcu olacak."...Fritz Walter ile bir kez daha aynı konuda söyleştiğimizde, "Beni çok etkiledi. Gerçekten büyük bir yıldız olacak." dedi Cemil için...Dedikleri çıkacak, Cemil futbolumuzda yıllarca parlayan bir yıldız olacaktı.

Fritz Walter'i de etkileyen Cemil,  1972-73 sezonunda olaylı bir şekilde Fenerbahçe'ye transfer oldu. Devrede yine ezeli rakip vardı. Cemil ise küçüklükten beri taraftarı olduğu takımda oynamak istiyordu. Parmaklıklar ardından 9 Ağustos 2011 tarihli Fenerbahçe Gazetesi'ne şunları yazan adamdan başka bir tavır beklemek hayalcilik olurmuş zaten...
Bir Karadeniz çocuğu olarak toprak sahalarda top koştururken aklımda sadece tek takım Fenerbahçe vardı. İdealim burada forma giyip futbol oynamaktı. Çok şükür Allah bana bu isteğimi bir şekilde nasip etti ve Fenerbahçe formasını giydiğim andan itibaren artık benim için diğer takımların hepsi birer rakipti ve öylede oldu. Fenerbahçe'ye geldiğim o ilk günleri dün gibi hatırlıyorum. Daha çocuktum...Heyecanlıydım, dünya benim etrafımda dönüyordu sanki. Buraya attığım ilk adımda nasıl bir yere geldiğimin farkına varmıştım.
Bir zamanlar gol attığımda bu armayı nasıl öpüyorduysam, hala öpmeye devam ediyorum. Ben bir taraftarım! Ben bir Fenerbahçe hizmetkârıyım, Ben bir Fenerbahçeliyim!...
Sekiz sezon giydiği Fenerbahçe formasını hiç çıkarmadı taraftar Cemil. Çubuklu forma ile 194 gol attı, üç kez gol kralı oldu. Üç lig şampiyonluğu, iki Türkiye Kupası, iki Cumhurbaşkanlığı Kupası ve iki Başbakanlık Kupası ellerinde yükseldi. 1993-94 sezonundan beri Fenerbahçe'ye idareci olarak hizmet eden Cemil Turan, 2000'den bu yana ise yeni Cemiller yetiştirmek için Fenerbahçe Amatör Şubeler Genel Koordinatörü olarak görev yapıyordu.

Ta ki 36 gün öncesine dek...

Kaynak:
  1. Kavuşan Kaan, ("Futbolun Efendisi", 17 Ocak 2010, http://klasikfutbol.blogspot.com/2010/01/cemil-turan.html.) 
  2. Kıvanç Halit, (GOOL diye diye, 1.Basım, İstanbul: Hürriyet Ofset, 1983, s.153.) 
  3. Turan Cemil, (Fenerbahçe Gazetesi, "Fenerbahçesiz olmak..." 9 Ağustos 2011, http://www.fenerbahcegazetesi.com/yazarlar/cemil-turan/94-fenerbahcesiz-olmak.)
PS: Özgürlüğünün kısıtlandığı 3 Temmuz tarihinden değil de cezaevine gönderildiği 7 Temmuz tarihinden itibaren saymışım nedense. Yazının yazıldığı tarihten geriye 36 gün, parmak hesabıyla o şekilde çıkmakta. Okuyup kafası karışlanların, kafalarının daha da fazla karışması için bir not.)

    5 Ağustos 2011 Cuma

    Soruldu: Biz kimiz?

    *04.03.2011 günü saat:18.58’de Aziz YILDIRIM’ın, Mehmet Levent KIZIL’ı aradığı;
       
    Levent’in “Sema hanımın yanına gidiyorum ,…, o sizi arıyordu.. bulamamış hatta     cuma akşamı Ali YILDIRIM lar ..lar bize yemeğe gelecek sizi de davet etmek istiyordu Sema ” dediği, Aziz’in “Telefonum kapalı ondan,…, Kapattım tamam şimdi kapalı yine ÖBÜR TELEFON KAPALI YARIN AÇACAĞIM” dediği tespit edilmiştir. 

    Soruldu : Sema isimli şahıs kimdir? Öbür telefonu kapatma sebebiniz nedir?
    Serde Komiser Kolombo'luk yok ama eşek olsa, Sema isimli şahsın kim olduğunu anlar be arkadaşım. Şunu okuduktan sonra ilk işim google ablaya, Sema Abla'yı sormak oldu. Sema Kızıl yazınca arama motoruna bir de ne göreyim...

    2 Ağustos 2011 Salı

    -Daha daha naber?

    -İyidir Savcı Bey. Aslında iç güveysinden halliceyim mi demeliyim bilemedim şimdi.
    -Hep böyle tutarsız mısındır?
    -Yok efendim, son haftalarda bir haller oldu bana.
    -Varsa bir sıkıntın benle paylaşabilirsin. Sen paylaşmazsan ben dinletirim zaten. Biliyorsun di mi?
    -Biliyorum Sayın Savcım. Sizde durumlar nasıl gidiyor?
    -Alın bunu.

    PS: Özaydınlı’nın, Aziz Yıldırım’ın şikeyle suçlandığı maçlarla ilgili olarak da ifade verdiği ve bu maçlara dönük bir çok iddianın sorulduğu ifade edildi. Özaydınlı’nın 5-3 kazanılan Buca maçı öncesi Yıldırım’la yaptığı telefon konuşmasında, “Durumlar nasıl gidiyor” sözüyle neyi merak ettiği de soruldu.

    Kaynak: http://www.stargazete.com/spor/ozaydinli-ya-6-0-sorgusu-haber-370635.htm

    31 Temmuz 2011 Pazar

    Taşı gediğine koyan adam: Aurelio De Laurentiis

    Kulübü Seri C'den alıp şampiyonlar ligine taşıyan Napoli'nin aykırı başkanı Aurelio De Laurentiis, 2011-2012 fikstür çekilişine gösterdiği sert tepki ile bir kez daha gündemde. Ülkenin en ünlü film prodüktörlerinden olan ve 7 sene önce kendini futbolun içinde bulan başkan, tam bir Napolili. Bu süreçte gediğine koyduğu lafların en iyileri ise şunlar:

    10 . "Seni pataklamayacağım çünkü yaşlı bir adamsın."
    Lazio ile oynanan ve iç sahada 2-2 biten maçın ardından teknik direktör Edy Reja ile soyunma odasında      hararetli bir tartışma yaşar. 

    "Seni pataklamayacağım çünkü yaşlı bir adamsın, ama seni kovacağım."
    9 . "İngilizler kötü yaşıyorlar, kötü yemekler yiyorlar ve kadınları..."
    Premier Lig takımları tarafından istenen Marek Hamsik ve Ezequiel Lavezzi için İngiltere hakkındaki tecrübelerini şu şekilde paylaşır.

    "Bir futbolcu ingiltere'ye gitmek istiyorsa, elbette ki gider. Fakat bilmeliler ki; orada kötü yaşıyorlar, kötü yemekler yiyorlar ve kadınları kıçlarını yıkamıyor."

    8."Sporcu isen fahişelerle yatmazsın."
    2009 senesinde Lavezzi ile Napoli'nin arası pek iyi değildir. Başkan, Napoli'den ayrılabileceği sinyallerini veren oyuncuya bel atlı vurur.

    "Sporcu isen fahişelerle yatmazsın ve gece yarısı içki içmeye gitmezsin. Sabahın dördünde dışarı çıkan ve kaltaklarla beraber olan biri için elimden bir şey gelmez."

    7."Donadoni, bir orta saha oyuncusuna ihtiyacımız olduğunu söyledi. Neden kendisi satın almıyor?"
    Aurelio De Laurentiis, 2009 yazında kendince doğru bir transfer politikası izlemektedir. Buna karşın, Donadoni medya aracılığıyla sol ayaklı bir orta saha oyuncusuna ihtiyacı olduğunu söylemekte ve bu durum başkanın hoşuna gitmemektedir.

    "Donadoni bir orta saha oyuncusu mu istedi? Neden kendisi almıyor? Kendi satın alırsa bu çok iyi olacak! Donadoni ile Napoli'nin yolu 5 ay sonra ayrılır.

    6."Avrupa Ligi mi? Bir boka yaramaz."
    Napoli Elfsborg'u kendi sahasında mağlup etmişti ve Avrupa Ligi grubundan çıkma yolunda büyük bir avantaj kazanmıştı fakat De Laurentiis'in pek de umrunda değildi.
    "Avrupa Ligi mi? Sepp(Blatter) ve Michel'e(Platini) bir boka yaramayan bu organizasyon için teşekkürler."

    5."Berlusconi'ye karşı elinizden hiçbir şey gelmez."
    Geçen sezonun ortalarında, özellikle Juventus karşısında kazanılan 3-0'lık maçın ardından Napoli'nin şampiyonluk şansı ciddi ciddi konuşulmaya başlanmıştı.
    "Şampiyonluğa inanıyor muyum? Hayır inanmıyorum. Berlusconi, şampiyon olmak istiyor ve kazanmak için her şeyi yapar. Berlusconi'ye karşı elinizden hiçbir şey gelmez."

    4."Sizin sorunuz benimle dalga geçmeye devam ediyor."
    La Gazzetta dello Sport gazetecisi; Napoli'nin en önemli üç yıldızı Lavezzi, Marek Hamsik ve Edinson Cavani'nin satılıp satılmayacağını sorar.

    "Benim yıldızlarım ayrılırsa, La Gazzetta dello Sport'tan bir medyumun bitmek bilmez çabaları sonucunda olacak. Sizin sorunuz benimle kafa buluyor."

    3."Mazzoni aptallık yaparsa, onun taşaklarını keserim."
    Transfer söylentileri Napoli oyuncuları üzerine dönmeye başlayınca, Lavezzi'nin San Paolo'dan ayrılma ihtimalini değerlendir.

    "Eğer Mazzoni (Lavezzi'nin menajeri) aptallık yaparsa, onun taşaklarını keserim."
    2."Messi bir ahmak."
    Messi'nin Copa America'da oynaması üzerine başkanın yorumu:

    "Messi, orada oynamayı kabul eden bir ahmaktır. Ben onun yerinde olsam, 'Benimle nasıl oynaması gerektiğini bilmeyen dört dangalak için oraya gelmem.' derdim."

    1."Futbolu bırakıyorum. Hepiniz bok heriflersiniz."
    2011-2012 Seri A fikstür çekimi sırasında; Napoli'nin şampiyonlar ligi maçı arifesine AC Milan maçının denk gelmesi üzerine, kura çekimini terk eder.

    "Film çekmeye geri döneceğim. Herşeyin ayarlanmış olması rezalet ve İtalyan olduğum için utanıyorum."

    PS: goal.com sağolsun benden önce çevirmiş ve yayımlamış ama ben buna bitirdikten sonra aydım:)  Bu kadar emeğe yazık diye silmedim. Kusuruma bakılmaya...

    30 Temmuz 2011 Cumartesi

    Hayallerimi istiyorum...

    Yastığa kafayı koyar koymaz uyuyan insanları oldum olası anlamamışımdır. Hiç kafalarına taktıkları dertleri ya da kuracak hayalleri yok mudur diye düşündüm dün gece. Dertleri yoksa harika ama keşke hayal kurabilseler diye düşünürken uyuyakalmışım…

    İlkokuldayken tribünde olduğumu hayal ederdim. Hayal bile olsa tek başıma gitmeye aklım ermez, abimin elini tutar yerimi alırdım. Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener derken uyurdum.

    Ortaokul ve liseyi Kadıköy’de okudum. İdman seyretmek için Dereağzı’na, maç izlemek için ise stada gidebilecek yaşa geldiğimden olsa gerek, hayallerim sınıf atlamıştı. Gözümü kapattığım vakit Şeytan Rıdvan ile duvar pası yapar, gelişine vurur, Fenerbahçe formasıyla ilk golümü atıp tellere tırmanırdım…Hayali tribünde oturmak olan Fenerbahçeli kardeşime sarılırdım sımsıkı.

    Sonra aşık oldum, belki öyle sandım. O’na derdimi dökene dek hayallerimde hazırlandım. Elini tutmaya başladıktan sonra ise birimiz sarı, ötekimiz laci olmuştu hayallerimde. 

    Büyüdüm. Önce meslek sahibi, sonra ‘adam’ oldum. Bu süreçte hayatımın aşkını buldum. Temmuz’un 18’inde elimi tutmasını dileyip, ertesi gün (19.07) evlenme teklif ettim. Hayatı ve Fenerbahçe’yi paylaşacağım bir kuzum ve yeni hayallerimiz vardı artık.  İlk kıyafeti sarı-lacivert bir zıbın olacak minik bir kuzunun hayaliyle kafamı yastığa koyar oldum. 

    Soranlara 31 yaşındayım diye cevap versem de aslında 32 oldum. Hala her Galatasaray maçından önce hayal kurup, ardından rüyasını görüyorum.  Sabah galip uyanırsam çocuklar gibi şen olurken, aksi bir sonuçta ise karalar bağlıyorum.

    Son bir aydır kafayı koyar koymaz uyuyanlara çok özeniyorum. Fenerbahçe’nin içine düşürüldüğü durumu düşündükçe migrenim azıyor. Hayal kurmak istediğim vakit ise tıkanıyorum. Benim hayallerimi çaldılar.

    26 Temmuz 2011 Salı

    Tour de France 2011

    Malum sakatlıktan ötürü bir aydır süren zorunlu istirahatim, henüz ilk haftasında Fenerbahçe'nin başına musallat edilen soruşturmayla beraber çileye dönmüştü. Bu dönemden elimde kalan en güzel şey ise Fransa Bisiklet Turu oldu. Senelerdir uzaktan bakıştığımız Tour de France ile 2011'de sevgili olduk. Spor ansiklopedisi kıvamındaki adam Caner Eler'in katkılarıyla hem öğrenmeye başladım hem de büyük bir keyifle izledim bütün turu.
    İnadım inat düsturuyla üzerine geçirdiği sarı mayoyu geri vermemek için direnen Thomas Voeckler'i takdir ettim. Schleck kardeşleri hiç sevmedim. Fenerbahçe ile benzer bir durumu olan ve olası doping cezası CAS (Spor Tahkim Mahkemesi) tarafından turun ardına bırakılarak yarışma şansı tanınan Contador'dan yanaydı gönlüm.
    Seyircilerin iyi niyetinden yana şüphem olmamasına karşın sporcuların yanında koşan, onlara dokunmaya çalışan insanları gördükçe yüreğim ağzıma geldi. Bu durumla ilgili bir sınırlama var mı, yoksa da olmalı mı diye kendi kendime tartıştım her tırmanış etabında.
    Alpler'de koşulan son etap olan Alpe-d'Huez muhteşem bir mücadeleye sahne oldu. Alberto Contador'un son kozunu oynayarak erken atak yaptığı tırmanış etabında, pek de iyi niyetli olmayan steteskoplu bir seyirciyle fiziksel temas da yaşadı İspanyol. Contador'un ancak üçüncü olabildiği, Schleck kardeşlerden Andy'nin sekizinci bitirdiği etap sonunda, Cadel Evans beşinci olmuş ve ertesi gün koşulacak turun son etabı olan zamana karşı yarıştan önce farkı 57 saniyeye indirmişti. Andy Schleck, zamana karşı etaplarda çok başarılı olmamasına karşın son turda sarı mayoyu vereceğini kimse beklemiyordu. Avustralyalı Evans dışında...
    Grenoble zamana karşı etabınında inanılmaz bir süreye imza atan Cadel; 57 saniyelik farkı kapatmakla kalmadı, bir buçuk dakikadan fazla bir fark attı Andy'ye. Sarı mayo ilk kez Avustralya'ya giderken, Evans'a da Champs-Elysees'de (Şanzelize) koşulan keyif etabında kadeh kaldırmak kaldı.

    22 Temmuz 2011 Cuma

    Linçe Linçle Karşılık

    Genelleme yaparken kanatlarınıza demir ağırlık takmanız gerekir gibi bir cümle var zihnimin kuytularında. Kim söylemişti ya da tam olarak böyle miydi diye sorsanız verecek cevabım yok ama anlatmak istediğini biliyorum. Belirli bir küme ya da sınıfın sınırlı bir parçasından edinilen tecrübelere dayanarak tümü üzerine bir yargı ileri sürecekseniz eğer çok dikkatli olmanız gerekir.

    Bu bilgiler ışığında ve büyük bir dikkatle, lafı hiç gevelemeden varılması gereken tek yargı var. Ülkenin iletişim araçlarını oluşturan ve adına medya denen bu kümenin tamamına yakını satılmış.

    Fenerbahçe taraftarı, haftalardır "cemaat" ve hükümete olan protestolarını yüksek sesle dillendiriyor. Başkan sorgu işkencesi çekerken adliyenin önünde, tutuklandığı gün ise Bağdat Caddesi'nde tepkiler okyanus ötesine şu şekilde gönderiliyordu: "Fethullah'ın itleri yıldıramaz bizleri!". Sadece bu kadarla da sınırlı kalmıyordu. Her iki seçmenden birinin oyunu kime verdiği gerçeği taptazeyken, "Hükümet istifa!" sesleri Suadiye'den çıkıp Kızıltoprak'a ulaşıyordu. Duyan, bilen ya da göreniniz oldu mu bu haykırışları? Yayın yasağı da yoktu halbuki. Aynı binler(belki on binler) köprü yolunu kapatıp, ülke tarihinin en büyük toplumsal hareketlerinden birini gerçekleştirirken de haberimiz olmadı. Sosyal medya olmasa üzerini bile kapatacaklardı belki de.

    İşine geleni yazan, gelmeyeni görüntülemeyen, hamileri tarafından verilen görevleri ifa etmek için her türlü ahlaksızlığa prim veren o "medya", dün akşam Fenerbahçe'nin davetsiz misafiriydi. Haftalardır sürdürdükleri psikolojik linçi yerinde tespit etmek için, adını İslam Çupi'den alan basın tribününe kuruldular ama artık orada istenmiyorlardı. Taraftar tepkileri karşısında tribünü terk etmek zorunda kalınca, haftalardır yaptıkları tonla ahlaksızlığı unutup (yn: Büyük bir dikkatle genelleme yapıyorum.), maruz kaldıkları muameleden ötürü şikayet bile ettiler. Hiç utanmadan.

    18 Temmuz 2011 Pazartesi

    Dalga dalga...

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı, minik torunuyla Pazar kahvaltısı yapmak için uyandığı gün gözaltına alındı ve üzerinden tam 15 gün geçti. Gözaltına alındığı günün ertesi günü medya tarafından yargılandı ve hem başkanı olduğu kulüp hem de kendisi hüküm giydi. Üçüncü gün teamül dışı uygulamalardan bir diğerine sahne oldu. Emniyet Müdürlüğü, savcılık soruşturması tamamlanmadan kararını kamuoyuyla paylaşmakla kalmadı, gözaltı görüntülerini kurgulayarak yaratılmak istenen algıya yardımcı olması için 'Fenerbahçe medyasına' servis ettirdi. Bu algı öyle bir hal aldı ki, birçok Fenerbahçe taraftarı da bu soruşturmanın siyasal boyutunu sorgulamak yerine "Adaletin kestiği parmak acımaz..." teslimiyetine farkında olmadan kapılmaya başladı.

    Kurgulanan ilk dalga tam da planlandığı gibi ilerliyordu. Türkiye Futbol Federasyonu derhal çözmeliydi bu sorunu. Kangren olan uzuv kesilmeli ve Türk futbolu tertemiz hale gelmeliydi. Deliller net, şikeciler belli ve Emenike'nin para sayarken görüntüleri varken beklemeye ne gerek vardı? Ama başkanın sağlık durumu izin vermedi. Tez canlı adalet savaşcıların iyi niyetli parmak kesme eylemi sekteye uğradı. Süreç uzadıkça, bahsedilen deliller ortaya çıkmaz oldu. Para sayan Emenike bile serbest kaldı.

    Artık Fenerbahçe taraftarının masaya yumruğunu vurma vakti gelmişti. Yandaş medyanın bütün engelleme çabalarına karşın, binlerce insan önce kazanılan şampiyonluğun asıl sahibi olan oyuncuların yanında aldı soluğu. Onlara siz merak etmeyin dedikten sonra, Bağdat Caddesi'ne aktı on binler. Yürürken atılan sloganlar duyulmasın diye yandaş medya uzaktan izledi bu güzel insanları. Hem büyütülecek bir şey yoktu, "yollar yürüyerek aşınacak" değildi ya...Ama o güzel insanlar hiç kimsenin beklemediğini yaptı. Stadın son durak olacağını sanan istihbarat piri emniyeti de atlatıp, yola devam ettiler. Sahi siz dememiş miydiniz "Durmak yok, yola devam!" diye. Durmadılar onlar da, ta ki pusetlere isabet eden gaz bombalarına çarpana dek.
    Ülke tarihinin gördüğü en büyük toplumsal hareketlerden birine imza attı Fenerbahçe taraftarı. Üç beş çapulcudan ibaret tribün gruplarını satın alarak, Fenerbahçe taraftarını kontrol edebileceklerini sananları yanılttı. Öyle kuvvetli vurdu ki yumruğunu masaya, ikinci dalga elzem oldu. Dini imanı para olan zihniyetin hakkını vererek, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın başına bir iş gelmemesi için ilk dalgayı Pazar sabahına denk getirmişti muhteremler. İkinci dalga ise biraz aceleye geldi. Pazartesi sabahı başladı Fenerbahçe taraftarının gaz alma eylemi. Trabzonspor başkan ve yöneticileri ifadelerine başvurulmaları için davet edildi. Bize de bekleriz temennileriyle beraber, bir kaç günlük yatılı misafirlikleri bitti.

    İlk günden itibaren hocadan fetva alarak Fenerbahçe lehine şike yaptığı iddia edilen İbrahim Akın, yanına bir de takım arkadaşı eklenerek, Beşiktaş teknik direktörü ve yöneticileriyle beraber önce emniyete, ardından da cezaevine yollandı. Soruşturmanın merkezi yavaş yavaş Fenerbahçe'den uzaklaşmaya başlamıştı. Bir şeyler yapmak elzem olmuştu ki, manşetlere İbrahim Akın'ın şikeyi itiraf ettiği fısıldandı ve ikinci dalga sahnelenmeye başlandı. İtiraf varken TFF hala neyi bekliyor yakarışları devam ederken, bu haberleri ciddiye alan Beşiktaş Jimnastik Kulübü, oyuncularının kazandığı Türkiye Kupası'nı istemediklerini açıkladı. Beşiktaşlılık duruşu, medyanın yalanlarına aldanmıştı bu sefer. İbrahim Akın'ın avukatı böyle bir itiraf olmadığını açıkladı açıklamasına ancak satır aralarına dikkat edenler bunun farkına varabildi. 

    Siyasi destekli yandaş medya süreci bir kez daha tetiklemiş oldu böylece. "TFF bu kararı vermeli artık, Emenike'nin para sayarken görüntüleri kurgulanamadı belki ama İbrahim Akın itiraf etti işte..." diyenlerin yüzü suyu hürmetine Fenerbahçe küme düşsün de bu iş  bitsin!

    14 Temmuz 2011 Perşembe

    Tek yol devrim...

    Malum şike soruşturması, neredeyse üçüncü haftasına girmek üzere ve gelişen olayları izledikçe, Çavuşesku Romanya’sında yaşadığını sanıyor insan. Bugün yaşananların ardından iyiden iyiye inanmaya başladım bu mizansene.  “Kupa bizim lig sizin” cümlesini mutat Paper Moon geleneği haline getiren Başkan, bugün ise erdem sıfatını üzerine geçirip oyuncularının emeğiyle kazanılan kupayı aklanana dek federasyona iade etmeye karar vermiş.

    Bu saçmalığı da görünce, nicedir aklımda olan şu kupa hikayesini anlatmanın vakti geldi. İletişim Yayınları’nın futbol kitapları serisine dahil olan Futbol ve Kültürü adlı derlemeyi (Roman Horak/Wolfgang Reiter/Tanıl Bora) okurken hayretler içinde kaldığım ve demir perdenin ardında kalınmasına bağladığım olayları anlatan makale Andras Bodor’a ait…

    “1988 kupa finali etrafında dönen skandal dizisi dillere destandır. O zamanki Futbol Federasyonu Başkanı Mircea Angelescu naklediyor: “89. dakikada, durum 1-1 iken, Balint topu Dinamo ağlarına gönderdi. Ama, yan hakemin bayrağını gören orta hakem, Dinamo lehine ofsayt verdi. Steaua’lı oyuncular kararı protesto ederek hakemi tartakladılar (Hagi’nin tedrisatını nerde aldığı çok belli- y.n ) ve şeref tribünündeki Valentin Çavuşesku’nun  bir işaretiyle sahayı terk ettiler. Hakem, kuralların öngördüğünden daha da fazla bekledi, sonra maçı tatil ederek olayı rapor etti. Böyle bir olay karşısında, dünyanın her sahasında uygulanan,  tek bir somut karar vardır: Sahayı terk eden takım 3-0 mağlup sayılır, oyuncular sportmenliğe aykırı davranışlarından ötürü cezalandırılırlar. Ne var ki ertesi gün Spor Konseyi Başkanı(Korgeneral), Yüksek Hakem Kurulu  Başkanı ve benim(Futbol Federasyonu Başkanı) katıldığım bir ‘Komisyon’ toplandı. Ben, böyle bir durumda kuralların neyi öngördüğünü anlattım. Ertesi gün gazetelerde, Steaua’nın 2-1 galibiyetini ilan eden bir bildiri yayımlandı.

    Böylece kupa Steaua’nın oldu. Buna karşılık,  Dinamo’nun kaptanı Ion Andone, Valentin Çavuşesku’yu adaletsiz tavrı sebebiyle açık bir şekilde protesto ettiği için, bir yıl tart aldı. Devrimden sonra, Steaua yönetimi, haksız bir biçimde ele geçirilen kupayı Dinamo’ya iade etme kararı alacaktı.”

    Tez zamanda hem siyasi hem de futbol devriminin gerçekleşmesi dileğiyle, darısı güzel ülkemin başına.