25 Aralık 2012 Salı

Kolay mı Fenerbahçeli olmak!

Fenerbahçe taraftarının en büyük basmakalıplarından ikisi;

• “Yok abi! Top oynamıyor takım…”

• “Çıkıp hakemi de yeneceksin ağabeycim…"

Yaş oldu 33. Neredeyse çeyrek asır olmuş aklım erip de Fenerbahçe’nin peşine düşeli. Bir çırpıda hatırladığım Fenerbahçe teknik direktörlerini tamamen rastgele yazalım önce…

Veselinovic, Baric, Löw, Venglos, Zeman, Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin, Daum, Parreira, Lazaroni, Lorant, Aragones, Ivic, Hiddink, Mustafa Denizli, Zico, Osieck, Turhan Sofuoğlu ve de Akut Kocaman.
Şimdi bunların arasından takımı şampiyon yapanları çıkaralım.

Veselinovic, Parreira, Mustafa Denizli, Daum, Zico, Aykut Kocaman.

Ya hem şampiyon yapıp hem de iyi top oynatanlar…

1. Aykut Hoca konusunda hepimiz hemfikiriz. İyi insan olabilir ama iyi teknik direktör zinhar değil. Kaldı ki Fenerbahçe, İstanbulspor ya da Ankaraspor’u çalıştırmaya da benzemez!

2. Zico Avrupa’da fena değildi ama o takım Türkiye’de yürüyerek şampiyon olurdu, ikinci sezonunda beceremedi. Yürüyerek şampiyon olur dediysek lafın gelişi, kondisyonu çok kötüydü takımın.

3. Daum bildiğin deli. İki kere üst üste bilmem kaç sene sonra şampiyon yapmış da ne olmuş. Bırakın şu müptezeli!

4. Mustafa Denizli ayrı bir hikaye. Takım çok gol atıyordu ama hepsi duran toptan. Ayrıca rezil etti bizi şampiyonlar liginde. Neymiş efendim henüz ikinci kez katılıyormuş Fenerbahçe o turnuvaya. Ben anlamam kardeşim, Fenerbahçe katıldığı her turnuvayı kazanmak zorunda!

5. Parreira dünya şampiyonu olabilir, geldiği ilk sezonda Fenerbahçe’yi şampiyon yapmış da olabilir ama takım çok yavaş oynuyordu ağabeycim. Sadece o da değil, Kemalettin ile ön libero kavramını soktu futbolumuza. Sokmaz olaydı. Onun yüzünden senelerdir Selçuk Şahin ile uğraşıyoruz!

6. Veselinovic üç kere görev aldı iki kez şampiyon yaptı takımı. Şampiyonluklardan biri de 103 gollü efsane 88-89 sezonu olabilir ama sonuç itibariyle kumarbazın tekiydi. Varsa yoksa altılı.

Ezcümle; “Yok abi! Ben bildim bileli top oynamıyor bu takım!”

Gelelim nereden tutsan elinde kalan ikinci önermeye. Bir kere oksimoron. Hakem, rakip mi ki çıkıp onu da yenelim? Diyelim ki öyle; takımın top oynayamadığı konusunda mutabıkken, nasıl çıkıp bir de hakemi yenmesini bekler taraftar? Bunca taraftar gözleminden sonra şimdi sıra futbolcularda…

Madem bu kara gömlekliler size karşı, o vakit muhatap olmayın bu adamlarla. Kırmızı kart mı gösterdi, dön arkanı git. En azından o vakit raporuna bana tükürdü yazamaz diyesi geliyor insanın, sonra aklına Caner geliyor. Bırak senin arkanı dönmeni, hakemin arkası dönükken bile varsayımla atabiliyorsa seni, tek derdiniz güzel oyun olsun ve noktayı Halit Deringör koysun;

“Kolay mı Fenerbahçeli olmak.”

17 Aralık 2012 Pazartesi

Yok öyle yağma!

Maçtan erken çıktığımı bilmem. Geçen sene dizi kırıp, iki ameliyatın ardından çifte değnek ile maça gittiğim vakit dahi erken çıkmadım. Hem hayat hem de tribün arkadaşım biricik kuzum kalabalığa kalmayalım dediği vakit, o zaman bekleyelim çıksınlar dedim insanlar.

Ömrümde televizyondan izlediğim hiç bir Fenerbahçe maçını da yarım bırakmamıştım. Takım 2-0 geriye düşünce "Allah belanızı versin sizin!..." deyip hiç kapamadım televizyonu. Hatta ben hiç bela da okunmadım o formayı giyen herhangi bir sporcuya.

Sonunda Fatih Terim'in olay yaratan açıklamalar yaptığı -Hala yapmadı mı???? Yok artık Ali Sami!- playoff çirkini ucube sezonun sondan bir önceki maçında, hayvan oğlu hayvan Zokora'nın -Zokora insansa evet ben de ırkçıyım.-  şu yaptığı ve ondan aşağı kalır yanı olmayan Mustafa Kamil'in göstermiş olduğu sarı kartla beraber kontrolümü yitirmişim.

Çıkıp gittim evden. Hayatımda ilk kez bir Fenerbahçe maçını yarım bıraktım o akşam. O ana şahit olduktan sonra skor zerre kadar umrumda değildi



Çok değil 20 gün sonra üst klasman hakemi Mustafa Kamil Abitoğlu, Coca-Cola Akademi U17 Ligi fnal maçını yönetmek için  ilk kez sahaya çıktı. Fenerbahçe'nin Bursaspor ile oynadığı final maçında düdük çaldı Abitoğlu. Alay eder gibi...

Bu sezon ise altı (6) süper lig, beş (5) 1. lig maçı yöneten Kamil, bir tane de Türkiye Kupası maçı sığdırdı cebine. Ya kimseciklerin hatırında değil geçen sezon Trabzon'da yaptığı rezillik ya da atamayı yapanların hiç aklından çıkmıyor ki bu sezon ödüllendiriliyor. İkinci şık daha çok akla yatıyor sanki. Di mi lan Fırat?


Yeni sezon ile beraber kombinesiz kaldım. Tribüne gidemediğim için televizyonda açtım sezonu. Şansal'ın benim için seçtiği ve seçmediği karelere daha fazla dayanamayıp ondan da vazgeçip radyoya transfer oldum. En azından gözümle görmüyor, pozisyonları hayal ediyordum artık. Derken Galatasaray maçı geldi çattı.

Radyodan maç dinleyenler bilirler, bütün heyecan radyo spikerinin ses tonundadır. Onun iniş ve çıkışlarına göre nefes alır ya da soluksuz kalırsınız. Dün akşam Levent Özçelik'i dinlerken neredeyse hiç heyecanlanmadım. Bekir'in kendi kalesine attığı golün ardından yavaşlayan, bekleyen ve kalesinde golü gören ki ben hala göremedim Hasan Ali'yi Fenerli yapan golü, duran toptan ikinci golü atıp son düdüğe dilenen, yerde yatan, vakit geçiren bir rakip ve hiç bir şey üretemeyen Fenerbahçem...

Maç bitince gidip kuzumun kuzusunu aldım kucağıma, kocaman 1907 yazan tulumunu kokladım ve yeter artık dedim. Heyecanımı yitirdim artık bu işten, sıkıldım, soğudum...

Sonra gün doğdu. Garip ama başım ağrımıyordu bir Galatasaray yenilgisinin ardından. Akşama dek kimse ile futbol konuşmadım. Tam jübilem için maç düşünürken Meireles'i duydum. Çıkarken parlak çocuğa tükürmüşmüş, o da raporuna yazmışmış, en az sekiz belki on maç ceza almalıymış...

Galibiyetle yetinmeyen şerefsizler daha fazlasının peşine düşmüşler. Madem öyle ben de gitmiyorum. Türlü oyunlarla soğutmaya çalışsanız, bin türlü kahpelikle yıldırmaya çabalasanız da, siz Fenerbahçe'nin altını oymaya çalıştıkça ben daha çok sarılacağım.

Karabük maçında okul açıkta yer var di mi bana?

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Badem gözlü Emre, sırma saçlı Cristian

Kör olur badem gözlü olur demiş ya Emre, üzerine yazmaya hacet yok ama yazasım var...
Neymiş efendim "Emre gitmiş, yeri dolmamış, o olsa imiş Galatasaray Fenerbahçe'yi hem de 10 kişi kalmış iken nasıl yenecekmiş...".

Galatasaray'ın galibiyetinin bizim orta saha zaafiyetimiz ya da stoperlerimizin topla çıkamamasıyla zerre kadar ilgisi yok. Emre ise zaten kendi de söylediği üzere sadece badem gözlü olan bu hikayede.

Play-off güzeli geçtiğimiz sezon, toplam dört kez karşılaştı çubuklu ile parçalı. Bu dört maçta karşılıklı birer galibiyet varken, iki de beraberlik çıktı. Oyun üstünlüğünü göreceli olarak istatistiğe dahil edersek; rakip Galatasaray bu maçların ikisinin tamamında, bir maçın ise ikinci yarısında sahanın mutlak hakimi idi. Sırası ile bu maçlar:

  • Galatasaray 3-1 Fenerbahçe / 07.12.2011  (Emre ilk 11'de oyuna başladı. Skor rakip lehine 2-0 iken teknik direktör tercihiyle kenara alındı. Fenerbahçe Bilica-Yobo çift stoperiyle oynarken, Galatasaray ise Semih-Ujfalusi ile oynadı.)
  • Fenerbahçe 2-2 Galatasaray / 17.03.2012 (Emre 90 dk oynadı, Fenerbahçe Serdar-Yobo çift stoperiyle oynarken, Galatasaray ise Semih-Ujfalusi ile oynadı. )
  • Galatasaray 1-2 Fenerbahçe / 22.04.2012 (Emre kadroda yoktu, Fenerbahçe Bekirr-Yobo çift stoperiyle oynarken, Galatasaray ise Semih-Ujfalusi ile oynadı. )
  • Fenerbahçe 0-0 Galatasaray / 12.05.2012 (Emre 90 dk oynadı, Fenerbahçe Bekir-Yobo çift stoperiyle oynarken, Galatasaray ise Semih-Ujfalusi ile oynadı. )
Demek ki neymiş, Fenerbahçe aldığı tek galibiyeti Emre sahaya adımını atmadığı akşam almış. Galatasaray bütün maçlara aynı tandemle çıkarken, Fenerbahçe Yobo'nun eşini sürekli değiştirmek zorunda kalmış.

Fenerbahçe açısından asıl sorun Galatasary'ın önde yaptığı baskı. Kabul Yobo dışında ayağa top yapabilen savunma oyuncusu yok Fenerbahçe kadrosunda ancak Semih-Ujfalusi ikilisinin de ayağına hakim olduğunu söylemek imkansız. Hal böyle iken Fenerbahçe'nin en azından Galatasaray maçları için  oyun planını değiştirip önde basması gerekiyor ki bahsi geçen dört maçtan sadece 2-2 biten lig maçının başında bunu denemiş  ve 2-0 öne fırlamıştı Fenerbahçe.

Sözün özü; badem gözlü Emre ya da sırma saçlı Cristian değil sorun.

3 Haziran 2012 Pazar

Kuyt lan Kuyt:)

"Galatasaray Kulübü Başkanı Ünal Aysal, Avrupa'daki kuralların masumları cezalandırmak yönünde olmadığını, kendilerinin burada taraf olmadığını söyledi." [1]
"Programımız hazır, kimleri alabileceğimiz, kimleri alamayacağımızı çok iyi biliyoruz. Önümüzdeki günlerde bu daha da netleşecek. Teknik ekiple yapacağımız çalışmalar sonucu. UEFA'nın alacağı ya da almayacağı kararlar bizim için çok önemli"  [2]
"Kuyt Fenerbahçemizde" [3]

[1] http://www.trtspor.com.tr/Haber.aspx?id=23581
[2] http://www.ntvspor.net/haber/spor-toto-super-lig/65988/uefanin-alacagi-kararlar-bizim-icin-cok-onemli
[3] http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=29484

17 Mayıs 2012 Perşembe

Padişahım çok yaşa!

Oradaydım ve de organize bir polis provokasyonu vardı dedim.

Polis boş yere müdahale etmez dedi.

Bana inanmıyor musun dedim.

Gördüklerime inanırım dedi.

İki gün önce sana gönderdiğim ve olayların nasıl başladığını gösteren videoyu izledin mi diye sordum.

Hayır dedi.

İnsanlar ölebilirdi dedim.

Ölmedi ama kimse dedi.

Öldükten sonra mı konuşalım bunları diye sordum.

Her ne olursa olsun devlet malına zarar vermeye hakkı yok dedi “Fenerlilerin”.

Algısının seçtiği tek kimlik Fenerbahçe idi çünkü. Taraftarlar, çocuklar, kadınlar ya da insanlar ya değil.

Kalktım gittim.

Tartışmaya zorla sürüklendiğim vakit şüphelerim vardı. Karşımdaki kişinin henüz bir iki ay önce doktorasını veren eğitimli (laftan anlayan) ve senelerdir tanıdığım bir insan olmasına güvenerek yine de başlamıştım. Yanıldığımı görmek hepi topu beş dakika sürmedi. Siyasi görüş, eğitim düzeyi hatta salt insan olmaktan bile daha baskın bu ülkede taraftarlık. Pardon tarafgirlik.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Her fani biber gazını tadacaktır

Normal sezondaki Galatasaray maçına, iki elimde iki değnek ile girerken yaşadığım zahmet ve bu maçın muhtemel yoğunluğu sebebiyle biraz erken yola çıktık. Dört buçukta tribünde idik. Maratondaki erkencileri parmakla, açıktakileri ise oran orantı mantığımızla bir çırpıda saydık. 1000 kişi ya vardı ya yoktu o saatte. Beşe doğru Yasemin Merçil’i gördüm. Sahanın içinden geçip, müstakbel teröristlerden birinin verdiği çiçeği keyifle kabul etti. Sonra hakemler çıktı sahaya, henüz takım elbiseleri üzerinde. Yardımcı hakemler ağları kontrol etmek için yaklaşınca okul tarafındaki tribünlere, önce alışageldik bir yuhlama ardından alkışlar geldi. Teröristler yol yapıyora yordum ben.

Altı çeyrek gibi konuk Galatasaray sahaya çıktı. Deplasman takımı ritüelini gerçekleştirip, gereksiz üç beş adım atıp soyunma odasının yolunu tuttular. Heyecandan olsa gerek, geldiğimden bu yana üçüncü kez işemiş dönerken önümde Sencer'i gördüm. Genelde geç gelen ve ben yerimde iken selamlaşıp yanımdan geçen arkadaşımın düzeni bozmasına gönlüm razı olmadı. Durdurdum, yerime geçtim ondan önce. "Olacak..." dedim, "Biz her şeyi doğru yaptık." Altı buçuğa doğru tribünler dolmuştu. Koltuk komşum kızarmış gibi geldi gözüme, "Hayırdır birader?" dedim. "Abi dışarısı fena, zar zor girdik. Biber gazı sıkıyor şerefsizler." dedi. Kim diye sormadım.

Maç başladı. Galatasaray geride kapanan, Melo'nun libero oynadığı (ön falan değil, bildiğin Müjdat Yetkiner) bir tatkiği benimsemişti. Elmander'in meziyetlerine bırakmışlardı hücum aksiyonlarını. Şişirilen topları o indirecek, arkadaşlarını bekleyecek vs. derken sakatlandı İsveçli. Anahtar rolü sebebiyle Terim değiştirmemekte ısrar etti ancak sakatlık motivasyonla iyileşemedi. Elmander çıkınca, tamam dedim içimden, bu iş bitti.

Devre arasında tuvalete gidip, soldan üçüncü pisuvarın boşalmasını bekleyip doğru yere işemenin huzuru ile yerime geri döndüm. İkinci yarı en az 10 dakika durdu, toplam 50 dakika oynandı ama arzuladığımız golü atmayı beceremedi bizim çocuklar. Maçın bitmesine bir kaç dakika kala bir tümen polis belirdi önümüzde. Hayırdır inşallah demeye kalmadı maç bitti ve herkesten önce sahaya koştu o polisler. Hüzün vardı elbet ama herkes çok gururluydu. Bu takım sizle gurur duyuyor diye bağırdık, alkışladık, ağladık. Ortada polis kordonunda zıplayan rakibe bakmadık bile.

Abimle çıktık sonra. Hem hala yavaş yürüyorum diye hem de Galatasaray'ın alacağı kupayı görmek istemediğimizden. Üst avluya çıkınca sesleri duydum. Dışarıda polis panzeri su sıkıyor, helikopterler alçaktan uçuyor, bir bölük polis ise Yoğurtçu'ya doğru biber gazı atıyor???

Stadın dışına çıktığımızda pek aşina olmadığım bir koku karşıladı beni. Meşale yaktı bizimkiler sandım önce. Sonra yürüdükçe gözlerim yanmaya, nefes alamaz hale gelmeye başladım. Sokağın iki tarafını polis panzeri kapatmış (toma imiş neymiş adı), sizi ortalarına almadan geçmenize zinhar izin vermiyorlardı. Geçerken de çocukmuş, sakatmış, kadınmış ayırt etmeden payınıza düşen biber gazını ikram ediyorlardı. Yetmez ama evet dedik, teşekkür edip ayrıldık olay mahalinden.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Bu bir roman

Taraftarını incitmekte futbol takımlarından daha mahiri yoktur. Ezeli rakibi deplasmanda mağlup edip, düşmesi kuvvetle muhtemel "kıytırık" rakibe bir sonraki hafta kaybedebilirler. Sonuna kadar getirdikleri sezonu finalde kaybedip, eşekten düşmüşe çevirebilirler insanı.

Yaşanan hayal kırıklıklarının ardından büyük üzüntüler yaşanır, bir o kadar büyük sözler verilir. Okulda, işte üç beş tane densizin alaylarıyla bir kaç hafta sinirler gerilir ama sonra... Yeni sezonla beraber bir kez daha aynı heyecana kaptırırız kendimizi.

Çünkü bizler futbolun yarattığı sefaletten keyif alıyoruz. Her sene şampiyon olup da burnumuz havalarda gezmektense, yaşayacağımız çılgınca seviç için hazzın ertelenmesine razı geliyoruz. Fenerbahçe taraftarı olarak bizler önce Denizli'de sonra Trabzon karşısında bu hazzı erteledik. 3 Temmuz 2011 tarihinden beri ise bu hazzı yaşamak için nefes alıyoruz ve artık vakti geldi.

Bu bir roman, bu bir kahramanlık hikayesi ve sonunda çubuklu şampiyon olmak zorunda. Ya olamazsa...
Hep onlar önündeki maçlara mı bakacaklar, biz de önümüzdeki sezonlara bakarız.)

24 Nisan 2012 Salı

"Resultante importante"

“Yenemiyorsan yenilmeyeceksin!”

Ülke futboluna bu felsefeyi kazandıran teknik direktördür Fatih Terim. İstediği skora ulaşmış ve maçın bitmesine 15 dakikadan az kalmış ise; Vedat İnceefe, Emre Aşık ya da Bülent Korkmaz’ı oyuna alarak savunmayı beşlemekten zerre gocunmayan adamdır o Terim. Rakibin adı Fenerbahçe değilse planına sadık kalan, soğukkanlı olarak oyuna müdahale eden, Fenerbahçe’den gol yiyince ise yere tüküren futbol filozofudur ‘uğursuz Fatih’.

6 Kasım 2002’nin baş mimarıdır Fatih Terim. 2-0 mağlupken önce Ayhan’ı çıkarıp Arif’i oyuna dahil etmiş, skor 3-0 olunca bir diğer ön liberosu Batista’nın yerine Ümit’i oyuna alarak orta sahayı tamamen boşaltmıştır. 6-0 biten maça ‘Alaman köylüsü’ Lorant’tan daha fazla etkisi olan büyük hocadır Terim.

Boyu iyiden iyiye kısalmış bir ligde ve beş puan önde başladığı maçta beraberliği tutması sahip olduğu avantajı katlayacakken, zaaflarına yine yeni yeniden yenilmiştir Terim. Ama kredisi sonsuzdur?...

Şenol Güneş aynısını 95-96 sezonunda Trabzon’un başında yaptığı vakit basiretsiz, vizyonsuz ve vasıfsız olarak etiketlenirken, Terim’in payına düşen ise cesur sıfatı oldu. Ben Terim’in ne olduğunu biliyorum da bakalım sezon sonunda bu mağlubiyet sebebiyle şampiyonluk Fenerbahçe’ye kaptırılırsa, şimdilerde “hocamla gurur duyuyorum.” diye ortalıkta dolaşanlar ne diyecekler.

Galatasaray 1-2 Fenerbahçe


...

Pazar günü oynanan derbi bütün ülke gibi bizim sülale için de çok önemliydi. Anne tarafı silme Fenerli olan, baba tarafının ise bizim aklını çeldiğimiz üç beş Fenerli kuzen dışında hepsinin Galatasaray taraftarı olduğu bir sülale bahsi geçen ve cemil cümlesi dört gözle bu maçı bekliyordu günlerdir. Murphy yasalarından bihaber…


Koca sülalenin çekirdek aile mensuplarından sadece ben izleyebilmişim mucize ile sonuçlanan maçı. Edirne’de bir kahvehanede... Stoch ikinci golü atınca önümde oturan 10 yaşındaki veledi omuzlarından kavrayıp, alnından üç kere öperek şoka sokmakla meşgulken ben, maaile bizimkiler şokta ve de hastanede imiş.

Mişli geçmiş zaman kullanmama sebep canım annem. “Aman demiş, haber vermeyin. Burada olsalar ellerinden ne gelecek ki? Hem Allah muhafaza kaza falan yapar arabayı hızlı kullanıp...”

Eski deyişle şikemperver, özünde ise boğazına düşkün insanlar olarak ben ve kuzum için yemek turu, grubun kalan yarısının ise kültür turu saydığı minik gezi için Edirne’ye vardığımız sıralarda annem düşüp “tibia platosunu” parçalamış.

O da ne ki diyenler vardır elbet… Dizin hemen altı, kaval kemiğinin ise en üstünde olan bu kemik, vücut yükünün ise neredeyse hepsini taşımakla mesul. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bir ortopedistin uzmanlık tezinde okumuştum. 1985-2005 arasında fakülte hastanesine başvuran toplam vak’a sayısı yanlış hatırlamıyorsam 62 idi.

Ben nerden biliyorum bunca şeyi?... Bir üniversite hastanesinin 20 senede başına 62 kere gelen şey, bizim eve son dokuz ayda ikinci kez uğruyor. Dokuz ay önce aynı kemiği kırdım, iki ameliyat oldum ve hala rüyamda koşuyorum.

Bir siktir git Murphy…

26 Mart 2012 Pazartesi

Şampiyon Fenerbahçem ne istersen iste benden...

Fenerbahçe Spor Kulübü tarihinin en önemli kupası kaptan Seda'nın ellerinde yükselirken, bizim göz yaşlarımız ise yer çekimine mağlup oldu. Başta Naz, Nihan, Eda ve Seda olmak üzere bütün kızların emeklerine sağlık.
 En büyük Fenerbahçe!

Herkes Kim'i öne çıkaracak ne de olsa. İnanılmaz oynayan Nihan'a gitsin benim alkışlarım da.


25 Mart 2012 Pazar

Ya Alex yoksa

Şu ülke çimlerine adımını attığı ilk sezonlarda hakkında sıklıkla dillendirilen: "Tamam bileği fena değil ama, hiç koşmuyor. Modern futbol bunu kaldırmaz..." idi. Gel zaman git zaman, rakamlar öyle baskın hale geldi ki yeni basmakalıp: "Alex oynamazsa Fener yok abicim..." haline dönüştü.

Akıl sağlığı yerinde ve istatistiğin bir bilim olduğunun farkında her beşerin ülkeye gelmiş geçmiş en iyi yabancı futbolcu olduğu konusunda birleştiği Alex'in attıkları ve attırdıklarını biliyoruz da, ya Alex yokken?...

Fenerbahçe forması ile sekizinci sezonunu oynayan Alex de Souza; sakatlık, ceza, milli maçlar ya da hoca tercihi sebebiyle şu ana dek toplam 48 maçta formasından uzak kalmış.
  • En şanslı rakip Gaziantespor. Kaptan çeşitli sebeplerle 5 Antep maçını kaçırmış. Fenerbahçe'nin bu 5 maçta;3 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyeti var.
  • Toplamda 6 derbi kaçırmış Alex. Fenerbahçe, bu 6 derbiden 5 galibiyet 1 de beraberlikle ayrılmış.
  • Ezeli rakip Galatasaray, 4 kere hasret kalmış profesöre ancak sadece 1 beraberlik çıkarabilmiş bu maçlardan. Diğer 2 derbide ise Trabzonspor ve Beşiktaş Alex olmamasına karşın mağlubiyetten kaçamamışlar.
  • Alex'in yokluğundan en çok faydalanan ekipler ise İBB ve Kayserispor. Alexsiz 4 maçtan Kayseri 2 galibiyet ve 2 beraberlik çıkarırken, İBB ise 2 maçtan 1 galibiyet ve 1 beraberlikle ayrılmış. Alex yokken Fenerbahçe, Kayseri ve İstanbulbüyükşehir Belediye'yi yenememiş.
Süper lig, kupa ve süper kupa maçları arasından kaçırdığı 48 maçın Fenerbahçe adına icmali ise şu şekilde;
  • 31 galibiyet, 8 beraberlik, 9 mağlubiyet.(%70 başarı oranı.)
"Alex oynamazsas Fener biter abicim..." önermesinin doğruluğuna varın siz karar verin.

24 Mart 2012 / Fenerbahçe-Bursaspor maçı

23 Mart 2012 Cuma

Kupaya hükmetmek

49 yıllık Türkiye Kupası tarihinde toplam 13 kulüp bu kupayı kazanma başarısını gösterdi. En çok kazananın 14 kupa ile Galatasaray olduğunu ve Fenerbahçe’nin hepi topu 4 kere kazandığını, üstüne üstlük son 28 sezondur bu kupayı kazanamadığını sağır sultan bile biliyor. Ya peki ezeli rakibin şampiyon olduğu sezonlardan birinde kupayı hükmen kazandığını biliyor musunuz?
1963-64 sezonu Türkiye Kupası final maçı. Bir tarafta önceki sezon oynanan ilk kupanın sahibi Galatasaray, diğer tarafta “Büyük” Altay. Kupa finali çift maçlı eleme sistemine göre oynanıyor. Alsancak Stadı’nda oynanan ilk maç 0-0 sonuçlanıyor. Rövanş maçının 28 Haziran 1964 Pazar günü oynanması kararlaştırılıyor ancak aynı gün oynanması gereken Dünya Ordulararası Futbol Şampiyonası maçı dikkatten kaçıyor. Galatasaray’ın asker oyuncuları Ayhan, Uğur ve Talat Türkiye Ordu Milli takımı kadrosundalar ve Batı Almanya Ordu Milli takımı ile oynanacak maç sebebiyle Türkiye Kupası finalini kaçıracaklardır. Bu kabul edilemez durumu düzeltmek için ezeli rakip seferberlik başlatır. Önce fenerasyondan ardından ise Genelkurmay Başkanlığı’ndan gerekli izinler alınır. Ancak bu kadar çaba ve canhıraş mücadeleye rağmen tüm bu işlemler maç gününe dek yetiştirilemez ve rakip Altay’ın bütün itirazlarına karşın maç ertesi güne, yani 29 Haziran 1964 Pazartesi gününe ertelenir.

Bunun üzerine Bursa’da kampta olan Altay takımı, İzmir’e döner ve maça çıkmayacağını açıklar. Maç günü Mithatpaşa’da olan tek takım Galatasaray’dır. Galatasaray taraftarı takımını “Şampiyon takım çok yaşa” ve “Altay pabucu yarım çık dışarıya oynayalım” sesleriyle karşılayarak, şimdilerde başkanının övünerek bahsettiği yüksek kültür seviyelerini o yıllarda da sergilemişlerdir. Maçın Rumen hakemi 15 dakika bekledikten sonra Galatasaray’ı hükmen galip ve Türkiye Kupası şampiyonu ilan eder.


Dönemin Altay başkanı Rıdvan Burteçin "Kupayı kaybettik, ama ahlak mücadelemizin meşalesini yaktık ve onu asla söndürmeyeceğiz!" der. Galatasaray taraftarları ise futbolcuları omuzlarında taşıyarak 3-0’lık galibiyetin ve kupa şampiyonluğunun haklı gururunu yaşarlar.

Kaynak: Milliyet ve TFF Arşivi

22 Mart 2012 Perşembe

Kapiler bir olay

İki farklı maddenin molekülleri arasındaki çekim kuvvetine adezyon denirken, maddenin kendi molekülleri arası çekim kuvvetine ise kohezyon ismi verilir. “İlk maçta Arena'da tükürük bile yoktu.” diyen saygıdeğer başkan Ünal Aysal üzerinden örnek verirsem daha anlaşılır olacak.

Ünal Aysal’ın suratına tükürdüğünüz vakit, tükürüğün yüzünde kalması iki farklı madde arasındaki çekim kuvvetine, yani adezyona örnek verilebilir. Fenerbahçe’nin ilk 15 dakikada attığı iki golün ardından, sayın başkanın yutkunurken yuttuğu tükürük ise kohezyon örneği için biçilmez kaftandır.

Frank Rijkaard'ın da aynı camiaya hizmet etmesi tamamen tesadüftür.
Not: Başkanın botoks periyotu ve buna bağlı yüz pürüzlülük durumu adezyon süresinde değişikliklere yol açabilir.

18 Mart 2012 Pazar

Şükürler olsun

Cumartesi sabahı dokuzda fizik tedavi için rehabilitasyon merkezine girdim. Akşamında maç var, haftalar öncesinden ameliyat bile bu maça göre programlanmış. Doktordan izin alınmış, annemin gönlü yapılamamış ama kestirip atılmış. Bu maça gidilecek...

Düz bacak kaldırma, yürüme egzersizleri o bu derken ve aklım sıra kendimi zorlamamaya çalışırken sıra geldi kalça hareketlerine. Yaradılış mı dersin yetiştiriliş mi bilemem ama yaptığım her işin hakkını vermem gerektiğine inandırmışlar bir kere. O demin bahsettiğim kalça hareketlerinin ikinci setinin neredeyse sonuna gelmiş iken..."Pat" diye bir ses geldi arka adalemden. Bir tek ben duysam hissettim derdim ama bana nezaret eden fizyoterapist de aman dedi duyunca. Geçtiğimiz yazın ortalarında osuruktan bir halı saha maçında, öküz gibi bir darbe sonucunda kırdığım diz ve kopardığım bağlar yetmezmiş gibi, arka adaleyi de kendi kendime zorlayarak maça sekiz saat kala iyiden iyiye sakat etmiştim kendimi. Eve dönüp bolca buz yapıp düştük yollara. Düz yolda yürümek iki değnek yardımı ile neyse de merdiven çıkmak...Tam 56 basamağı aştıktan sonra kuzu ile beraber yerimizi aldık tribünde.

Taraftar desteği ile beraber önde basan, her vurduğu gol olan çubuklu ile dizleri titreyen parçalının mücadelesi vardı ilk 15 dakikada. Sow'un ve Alex'in vurdukları gol oldu, Melo'nun vurduğunu hakem ilginçtir! göremedi, Cristian, Stoch ve ilk yarının sonunda Alex'in vurdukları ise çerçeveyi bulmadı. Maçın sonunda Baros'un vurduğu girseydi hede hödösü yapanlar; ilk yarı beş tane yiyebileceklerini, normal şartlarda 10 kişi kalmaları gerektiğini ve halamın testisleri olsa amcam olacağını unutmasınlar diye yazıyorum bunları.

İlk yarının son 15 dakikası ve maçın geri kalanında ise dizleri titreyen bu sefer sahadaki Fenerbahçeli oyunculardı. Hücum yapmasına bile gerek olmayan, sadece topu ayağında tutsa en azından kazanacak, işler yolunda giderse farkı arttırabilecek takım doldur boşalt ile maçı bitirme çabası içine girdi. Onlar böyle oynadıkça rakibin cesareti arttı, rakip yarı sahaya geçmesi kıyamet alameti sayılan Balta ile bile hücum yapmaya başladılar. Selçuk uzaktan denedi olmadı, takip eden pozisyonda o Balta skoru eşitledi.

Aylardır telefonları dinlenen, aralarında savcılık sorgusu geçirenler olan, sahada kazandıkları adliye koridorlarında ellerinden alınmaya çalışılan ve diken üstünde yaşayan oyuncu topluluğu skoru korumaya çalıştı ama maalesef başarılı olamadılar.

Maç dengeledikten sonra ise bugün üzerine anlamlar yüklenmeye çalışılan Avrupa fatihi rakibin asıl karakteri bir kez daha ortaya çıktı. Dokunsan yerle bir olacak bir rakip karşında ve maçın bitmesine hala 10 dakika varken, aynı anda sahanın farklı bölgelerinde Elmander, Eboue ve Balta oyunu soğutmak için kendilerini yere bıraktılar. Siz bunun adına profesyonellik diyorsunuz, ben ise sahtekarlık. Sizin için Galatasaray Fatih Terim ve Hasan Şaş, benim için Fenerbahçe ise Aykut Kocaman ve Rıdvan Dilmen. Sizin Melo gol atarsa itlik yapıyor, bizim Sow ise şükrediyor. O sebepten iyi ki ben Fenerbahçeyim siz de Galatasaray.

19 Şubat 2012 Pazar

Goldü sanki...

Brezilya ile İsveç 1978  Dünya Kupası grup maçında karşı karşıya gelir. Maçın son dakikasında Brezilya korner kazanır. Korner kullanılır, Zico kafayı vurur ve Brezilya'yı öne geçirir. Ama o da ne?...
Galli hakem Clive Thomas'ın çaldığı düdüğün ardından İsveçli oyuncular kazandıkları bir puan için sevinmektedirler.

Kurallara harfiyen uyması ile meşhur ve bu sebepten adı "Kitap"a (The Book) çıkmış olan Galli, top havada iken hem maça hem de kariyerine son noktayı koymuştur. 74 ve 78 Dünya Kupaları ile 76 Avrupa Şampiyonasın'da düdük çalan hakemin kariyeri bu maçın ardından biter.



Gelelim günümüze. Dün akşam (18 Şubat 2012) Fenerbahçe ile Sivasspor playoff güzeli ligimizde top oynamak için sahaya çıktı. İkinci yarının sonlarına doğru, Özgür Çek ceza sahasının sol köşesinde topu çekti ancak rakibinin darbesiyle yerde kaldı. Saliseler sonra boşta kalan topa Cristian vurdu. Önce topun direğe çarptığına dair metalik bir ses ardından ise tribünlerden tiz bir gol sesi yükseldi. Ama o da ne?...
Hakem düdüğünü çaldı ve Fenerbahçe lehine serbest vuruş verdi.

Maçın ilk yarısında sırf baraj kurdurabilmek için oyundan dört dakika çalan ama devrenin sonuna ancak bir dakika ekleyen aritmetik yoksunu Bülent Yıldırım'dan hakemlik beklentim yok. Benim derdim onun avantaj oynatıp oynatmamasından ziyade, yayıncı kuruluşunun Cristian'ın vurduğu muazzam şutu hala göster-e-memesi. 78 Dünya Kupasın'da Zico'nun vurduğu kafayı görebiliyorsak, dün oynanan maçta Cristian'ın şutunu da izleyebiliyor olmalıydık sanki....