15 Mayıs 2008 Perşembe

Tek Adam




Neredeyse 6. adamı (spor terimleri ataerkil olunca bu tarz çelişkili kelimeler zaman zaman ortaya çıkmakta) olmadan 5 maçlık final serisini sonuna kadar kovalayan Galatasaraylı bayan basketbolcular ikincilik madalyalarını almak için Caferağa'nın parkesine ayaklarını basınca 1500 kişilik salon kapasitesini düz 2000'e çekmiş olan Fenerbahçe aşıkları hep bir ağızdan Galatasaray'a küfretmeye başladı. Aziz Yıldırım önderliğinde tüm yönetim kurulu ise bu kahraman kızları ayakta alkışlamaktaydılar. Başkan tribüne dönüp onlarında katılımını istediğinde, 10 sn öncesine dek "galiz" küfürlerle hatır soran taraftarlar alkışlamaya başlamıştı bile .

Çok değil; bir hafta önce futbol takımının şampiyonluğunu kutlarken tarafarına saat kaç diye soran, aldığı cevapla yetinemeyip Kadıköy'den duyulması için daha yüksek ses isteyen amigo-başkanın tavrı olmasa belki de Caferağa'da Aziz Yıldırım'ın müdahalesine gerek kalmaksızın sportif mücadelerinin gereği olan avuç dolusu alkışı cimbomlu kızlar fazlasıyla alacaktı.

Maçtan sonra Zafer Kalaycıoğlu yapılan röportajda başkanın maçtan bir gün önce son idmana geldiğini, rakibe hücum ribaundu verilmediği takdirde maçın rahat geçeceği hususuna dikkat çektiğini ifade etti. Neresinden alınsa üzerine yazı dizisi yazılabilcek bir konu. Bugün biraz taradım yazmaya başlamadan önce, "Aziz Yıldırım, koç Kalaycıoğlu'nun taktik tahtasını elinden almış..." şeklinde manşetlere rastlarmıyım diye ancak spor(futbol) basınımız beni yanıltmadı ve transfer yalanlarıyla oyalanmaya devam ettiklerini gördüm. Bir spor kulubü başkanının tüm branşlarla bu kadar samimi olarak ilgilenmesi benim şahsi kanaatime göre olağanüstü bir durumken, sana göre ise diktatörlük belki de.


14 Mayıs 2008 Çarşamba

Fenerbahçe Şampiyon: 74-62



Ben Fenerbahçe taraftarıyım diye bana mı öyle geliyor bilmiyorum ancak,
şampiyonluk Fenerbahçe'ye çok yakışıyor.

11 Mayıs 2008 Pazar

'O' an

Hücum oyuncusunun yükselme enerjisi potaya odaklandığı gözlerinin ucuna kadar çıkmış...Sen istersen eğer;başarı,seni beklemekte her zaman.

" Pazar'ın Ertesi" # 5


Tuvalete bile araba ile giden, bir tane ile yetinmeyip altlarında son model otomobille bir de cip bulunduran günümüz futbolcuları milim yerlere bile ayaklarını yerden kesen araçlarla giderken, 1945 yıllarında İstanbul'da en şöhretli futbolcunun altında araba yoktu. Beşiktaş'ın efsane kaptanı Hakkı Yeten Halıcıoğlu'ndan Topkapı'ya kadar yayan yürür, ordan şeref stadına maça veya idmana tramvaya binerek giderdi. Lefter, Büyükada'dan Kadıköy'e vapurla iner, oradan Fenerbahçe stadında tramvay ile ulaşırdı. Selahattin Torkal Cihangir'den Karaköy'e tramvayla iner oradan vapur ve tramvay karışımı iki vesaitle idmana gelirdi. Mehmet Ali Has, Yeniköy'den bir vapurla Sirkeci'ye geçer oradan bir yenisi ile Kadıköy'e ulaşırken, tramvaya biner Fenerbahçe stadındaki idman ve maçlara gelirdi. Şimdiki futbolcuların sadece primleri milyarı bulurken, maaşlar ve transfer ücretleri tavana vururken, o zamanki en kabadayı para ayda 125 lirayı geçmez, primler de büyük maçlar için 25 veya 50 liraya ancak ulaşırdı. İstanbul'un sayılı zenginlerinden Hacıbekir bazen Fenerbahçeli futbolculara ekstra prim verdiği zaman veya Ankara deplasmanında takımı Ankara Palas'ta yatırdığında gazeteler bir hafta bu hovardalıktan söz eder ve Hacıbekir'i bu jestten ötürü yere göğe komazdı. 1945 yıllarının futbolcuları yazın zımpara sertliğinde toprak zeminde top koşturur, kışın ise bataklaşmış bir ortamda gülle haline gelmiş toplarla boğuşurlardı. Üstlerindeki formalar en adi pamuk ipliğinden dokunur, ıslandıkça ağırlaşır, ayaklarındaki top ayakkabıları için kabaca postal demek o dönemin en uygun deyimi olurdu. Şimdiki futbolcular ise halı gibi sahada topun ve malzemenin en hasosu üstlerinde keyifle top koşturuyorlar. Şimdi toplumun çok ötesinde bir konfor ve lüks içinde yaşayan, bir giydiğini bir daha giymeyen, en mutena semtlerde saray gibi evlerde yaşayan günümüz futbolcularına karşılık, 1945 yıllarının oyuncuları toplumdan bu kadar soyutlanmazlar, gerek kıyafetleri gerekse oturdukları evler yaptıkları flörtler ve evlilikler yüzünden bu kadar yankılanan görüntü ve şatafat çizmezlerdi. Şimdiki futbolcular tatillerini balaylarını Avrupa'nın en hatırı sayılır beldelerinde geçirenlere karşılık 1945 senesinin oyuncuları balayları ve tatillerini İstanbul'da yapar, yazları oturdukları semtlere göre kalçalarına birer mayo giyip bu kentin bir plajında İstanbullular ile birlikte denize girerlerdi. Şimdiki futbolcuların çoğunluğu ile arkadaşlık denen bağların hiç birisini fiyonglamama rağmen, o küçük şeytanlar denen Fenerbahçe'nin 1951 - 52 kadrosunun Ankara'dan gelenlerinden Burhan Sargın, Akgün Kaçmaz ve Abdullah Matay ile gazeteci olmadan önce dosttuk. Çünkü futbolcular o zaman daha iyi insan ve daha mütevazı idiler.




25 Ocak 2000 (Dünün ve bugünün futbolcuları)