Malumunuz olan, babanın oğluna “ Ben sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim.” cümlesiyle biten hikayeden yola çıkıp, Taşkışla’dan aşağı doğru salınca kendinizi dünyanın konumu en güzel statlarından birine ulaşırsınız. Süleyman Seba’nın atılan ilk golü kaydettiği, futbol oynansın diye inşa edilen bu yerde dün akşam Beşiktaş’ın oynadığı oyunun adı ne idi ben çözemedim. Beşiktaş, bu sezon ligde şampiyon olabilir, kadro istikrarını daha önce yakalasaydı en azından Avrupa’da yoluna devam eder hatta gruptan bile çıkardı belki. Ancak oynadığı oyunun adına futbol demek için İnönü dolusu ayık şahit lazım bana.
Mustafa Denizli’ye olan sempatim aşikar ve okuyanlar bunun gayet farkında. Hatta benim gibi Fenerbahçe’ye aşık gönüller bu durumdan kimi zaman rahatsız bile oldular. Ama benim futbolunu sevdiğim hoca, son zamanlarda futbolu oynatmamak için kenarda. Endüstriyel futbol denen illet onun da kanına girdi ve bu ülkeye kazanmayı öğreten adam kaybetmemek için stratejiler geliştirir oldu. İbrahim Toraman’ı rakibin 10 numarası çişe gitse, kendi eliyle çişe tutacak kadar adama yakın oynatmak, Alex’i esaret altına almaya çalışan Ankaraspor’lu Hürriyet kostümünü giydirmek, belki Toraman’a yakıştı ama Mustafa Denizli’ye hiç yakışmadı. Sözün özü, Türk futbolunun Avrupa’nın 1 numaralı kupasında bu şekilde temsil edilmesinden utandım...
Bırak bu işleri ve futbol oynat hocam sen. Biz bile halı sahada top oynarken, “Herkes alanını savunsun beyler!...” diye başlıyoruz maçlara. Nicedir…