24 Temmuz 2010 Cumartesi

lle De Paris

Nicedir yazamaz oldum. Yazmaya niyetlendiğim vakit konu bulamaz, konuya karar kıldığım vakit kendimi beğenmez oldum. Okuduklarım kadar güzel şeyler yazma arzumun yanına vakitsizliği ekleyip, bir de tembellikle süsleyince hasbelkader yazarlıktan, kıdemli okurluğa dönüverdim.

Aylardır aradığım, Çupi’nin İstanbul sevdasını kaleme aldığı “Hey Gidi İstanbul”'a benden önceki sahibinin altını çizdiği cümlelerle beraber sahip oldum. Aykut Kocaman ipleri eline alınca onu bir kez daha anlamak için, Barış Tut'un ülke toprakları için sıradışı eseri "Kocaman Bir Adam Sıradışı Bir Teknik Direktörün Portresi"'ni bir kez daha, bu sefer üzerine notlar alarak okudum. "Bir İdam Mahkumunun Son Günü"'nü okurken Victor Hugo oldum, kendimi Fransa'da buldum.

30 yaşında ancak pasaport sahibi olabilen bir bedbaht olarak hayıflansam da, görüp görebileceğim en muhteşem şehirlerden biri olan Paris'e yolum düşünce bahtımla barıştım. Lyon'da başlayıp, St Etienne'de devam eden teknik gezi, Paris'te geçirilen son 2 günde ayaklarıma kara sular indirince turist oldum. Notlar aldım, sayısını bilmediğim kadar fotoğraflar çektim. Dönüş yolunda, gezi notlarımı gördüğüm futbol figürlerini de içine ekleyerek kafamda dolandırdım durdum. Çantayı boşaltırken, fotoğraf makinesinin yerinde yeller estiğini gördüğüm vakit, aklıevvel halime şaşırdım kaldım.

Hepsi neyse de, Eyfel'in önünde üzerinde Fenerbahçe forması olan Senegalli satıcı kardeşle çektirdiğim fotoğraflara yandım...