23 Mart 2012 Cuma

Kupaya hükmetmek

49 yıllık Türkiye Kupası tarihinde toplam 13 kulüp bu kupayı kazanma başarısını gösterdi. En çok kazananın 14 kupa ile Galatasaray olduğunu ve Fenerbahçe’nin hepi topu 4 kere kazandığını, üstüne üstlük son 28 sezondur bu kupayı kazanamadığını sağır sultan bile biliyor. Ya peki ezeli rakibin şampiyon olduğu sezonlardan birinde kupayı hükmen kazandığını biliyor musunuz?
1963-64 sezonu Türkiye Kupası final maçı. Bir tarafta önceki sezon oynanan ilk kupanın sahibi Galatasaray, diğer tarafta “Büyük” Altay. Kupa finali çift maçlı eleme sistemine göre oynanıyor. Alsancak Stadı’nda oynanan ilk maç 0-0 sonuçlanıyor. Rövanş maçının 28 Haziran 1964 Pazar günü oynanması kararlaştırılıyor ancak aynı gün oynanması gereken Dünya Ordulararası Futbol Şampiyonası maçı dikkatten kaçıyor. Galatasaray’ın asker oyuncuları Ayhan, Uğur ve Talat Türkiye Ordu Milli takımı kadrosundalar ve Batı Almanya Ordu Milli takımı ile oynanacak maç sebebiyle Türkiye Kupası finalini kaçıracaklardır. Bu kabul edilemez durumu düzeltmek için ezeli rakip seferberlik başlatır. Önce fenerasyondan ardından ise Genelkurmay Başkanlığı’ndan gerekli izinler alınır. Ancak bu kadar çaba ve canhıraş mücadeleye rağmen tüm bu işlemler maç gününe dek yetiştirilemez ve rakip Altay’ın bütün itirazlarına karşın maç ertesi güne, yani 29 Haziran 1964 Pazartesi gününe ertelenir.

Bunun üzerine Bursa’da kampta olan Altay takımı, İzmir’e döner ve maça çıkmayacağını açıklar. Maç günü Mithatpaşa’da olan tek takım Galatasaray’dır. Galatasaray taraftarı takımını “Şampiyon takım çok yaşa” ve “Altay pabucu yarım çık dışarıya oynayalım” sesleriyle karşılayarak, şimdilerde başkanının övünerek bahsettiği yüksek kültür seviyelerini o yıllarda da sergilemişlerdir. Maçın Rumen hakemi 15 dakika bekledikten sonra Galatasaray’ı hükmen galip ve Türkiye Kupası şampiyonu ilan eder.


Dönemin Altay başkanı Rıdvan Burteçin "Kupayı kaybettik, ama ahlak mücadelemizin meşalesini yaktık ve onu asla söndürmeyeceğiz!" der. Galatasaray taraftarları ise futbolcuları omuzlarında taşıyarak 3-0’lık galibiyetin ve kupa şampiyonluğunun haklı gururunu yaşarlar.

Kaynak: Milliyet ve TFF Arşivi

22 Mart 2012 Perşembe

Kapiler bir olay

İki farklı maddenin molekülleri arasındaki çekim kuvvetine adezyon denirken, maddenin kendi molekülleri arası çekim kuvvetine ise kohezyon ismi verilir. “İlk maçta Arena'da tükürük bile yoktu.” diyen saygıdeğer başkan Ünal Aysal üzerinden örnek verirsem daha anlaşılır olacak.

Ünal Aysal’ın suratına tükürdüğünüz vakit, tükürüğün yüzünde kalması iki farklı madde arasındaki çekim kuvvetine, yani adezyona örnek verilebilir. Fenerbahçe’nin ilk 15 dakikada attığı iki golün ardından, sayın başkanın yutkunurken yuttuğu tükürük ise kohezyon örneği için biçilmez kaftandır.

Frank Rijkaard'ın da aynı camiaya hizmet etmesi tamamen tesadüftür.
Not: Başkanın botoks periyotu ve buna bağlı yüz pürüzlülük durumu adezyon süresinde değişikliklere yol açabilir.

18 Mart 2012 Pazar

Şükürler olsun

Cumartesi sabahı dokuzda fizik tedavi için rehabilitasyon merkezine girdim. Akşamında maç var, haftalar öncesinden ameliyat bile bu maça göre programlanmış. Doktordan izin alınmış, annemin gönlü yapılamamış ama kestirip atılmış. Bu maça gidilecek...

Düz bacak kaldırma, yürüme egzersizleri o bu derken ve aklım sıra kendimi zorlamamaya çalışırken sıra geldi kalça hareketlerine. Yaradılış mı dersin yetiştiriliş mi bilemem ama yaptığım her işin hakkını vermem gerektiğine inandırmışlar bir kere. O demin bahsettiğim kalça hareketlerinin ikinci setinin neredeyse sonuna gelmiş iken..."Pat" diye bir ses geldi arka adalemden. Bir tek ben duysam hissettim derdim ama bana nezaret eden fizyoterapist de aman dedi duyunca. Geçtiğimiz yazın ortalarında osuruktan bir halı saha maçında, öküz gibi bir darbe sonucunda kırdığım diz ve kopardığım bağlar yetmezmiş gibi, arka adaleyi de kendi kendime zorlayarak maça sekiz saat kala iyiden iyiye sakat etmiştim kendimi. Eve dönüp bolca buz yapıp düştük yollara. Düz yolda yürümek iki değnek yardımı ile neyse de merdiven çıkmak...Tam 56 basamağı aştıktan sonra kuzu ile beraber yerimizi aldık tribünde.

Taraftar desteği ile beraber önde basan, her vurduğu gol olan çubuklu ile dizleri titreyen parçalının mücadelesi vardı ilk 15 dakikada. Sow'un ve Alex'in vurdukları gol oldu, Melo'nun vurduğunu hakem ilginçtir! göremedi, Cristian, Stoch ve ilk yarının sonunda Alex'in vurdukları ise çerçeveyi bulmadı. Maçın sonunda Baros'un vurduğu girseydi hede hödösü yapanlar; ilk yarı beş tane yiyebileceklerini, normal şartlarda 10 kişi kalmaları gerektiğini ve halamın testisleri olsa amcam olacağını unutmasınlar diye yazıyorum bunları.

İlk yarının son 15 dakikası ve maçın geri kalanında ise dizleri titreyen bu sefer sahadaki Fenerbahçeli oyunculardı. Hücum yapmasına bile gerek olmayan, sadece topu ayağında tutsa en azından kazanacak, işler yolunda giderse farkı arttırabilecek takım doldur boşalt ile maçı bitirme çabası içine girdi. Onlar böyle oynadıkça rakibin cesareti arttı, rakip yarı sahaya geçmesi kıyamet alameti sayılan Balta ile bile hücum yapmaya başladılar. Selçuk uzaktan denedi olmadı, takip eden pozisyonda o Balta skoru eşitledi.

Aylardır telefonları dinlenen, aralarında savcılık sorgusu geçirenler olan, sahada kazandıkları adliye koridorlarında ellerinden alınmaya çalışılan ve diken üstünde yaşayan oyuncu topluluğu skoru korumaya çalıştı ama maalesef başarılı olamadılar.

Maç dengeledikten sonra ise bugün üzerine anlamlar yüklenmeye çalışılan Avrupa fatihi rakibin asıl karakteri bir kez daha ortaya çıktı. Dokunsan yerle bir olacak bir rakip karşında ve maçın bitmesine hala 10 dakika varken, aynı anda sahanın farklı bölgelerinde Elmander, Eboue ve Balta oyunu soğutmak için kendilerini yere bıraktılar. Siz bunun adına profesyonellik diyorsunuz, ben ise sahtekarlık. Sizin için Galatasaray Fatih Terim ve Hasan Şaş, benim için Fenerbahçe ise Aykut Kocaman ve Rıdvan Dilmen. Sizin Melo gol atarsa itlik yapıyor, bizim Sow ise şükrediyor. O sebepten iyi ki ben Fenerbahçeyim siz de Galatasaray.