17 Aralık 2012 Pazartesi

Yok öyle yağma!

Maçtan erken çıktığımı bilmem. Geçen sene dizi kırıp, iki ameliyatın ardından çifte değnek ile maça gittiğim vakit dahi erken çıkmadım. Hem hayat hem de tribün arkadaşım biricik kuzum kalabalığa kalmayalım dediği vakit, o zaman bekleyelim çıksınlar dedim insanlar.

Ömrümde televizyondan izlediğim hiç bir Fenerbahçe maçını da yarım bırakmamıştım. Takım 2-0 geriye düşünce "Allah belanızı versin sizin!..." deyip hiç kapamadım televizyonu. Hatta ben hiç bela da okunmadım o formayı giyen herhangi bir sporcuya.

Sonunda Fatih Terim'in olay yaratan açıklamalar yaptığı -Hala yapmadı mı???? Yok artık Ali Sami!- playoff çirkini ucube sezonun sondan bir önceki maçında, hayvan oğlu hayvan Zokora'nın -Zokora insansa evet ben de ırkçıyım.-  şu yaptığı ve ondan aşağı kalır yanı olmayan Mustafa Kamil'in göstermiş olduğu sarı kartla beraber kontrolümü yitirmişim.

Çıkıp gittim evden. Hayatımda ilk kez bir Fenerbahçe maçını yarım bıraktım o akşam. O ana şahit olduktan sonra skor zerre kadar umrumda değildi



Çok değil 20 gün sonra üst klasman hakemi Mustafa Kamil Abitoğlu, Coca-Cola Akademi U17 Ligi fnal maçını yönetmek için  ilk kez sahaya çıktı. Fenerbahçe'nin Bursaspor ile oynadığı final maçında düdük çaldı Abitoğlu. Alay eder gibi...

Bu sezon ise altı (6) süper lig, beş (5) 1. lig maçı yöneten Kamil, bir tane de Türkiye Kupası maçı sığdırdı cebine. Ya kimseciklerin hatırında değil geçen sezon Trabzon'da yaptığı rezillik ya da atamayı yapanların hiç aklından çıkmıyor ki bu sezon ödüllendiriliyor. İkinci şık daha çok akla yatıyor sanki. Di mi lan Fırat?


Yeni sezon ile beraber kombinesiz kaldım. Tribüne gidemediğim için televizyonda açtım sezonu. Şansal'ın benim için seçtiği ve seçmediği karelere daha fazla dayanamayıp ondan da vazgeçip radyoya transfer oldum. En azından gözümle görmüyor, pozisyonları hayal ediyordum artık. Derken Galatasaray maçı geldi çattı.

Radyodan maç dinleyenler bilirler, bütün heyecan radyo spikerinin ses tonundadır. Onun iniş ve çıkışlarına göre nefes alır ya da soluksuz kalırsınız. Dün akşam Levent Özçelik'i dinlerken neredeyse hiç heyecanlanmadım. Bekir'in kendi kalesine attığı golün ardından yavaşlayan, bekleyen ve kalesinde golü gören ki ben hala göremedim Hasan Ali'yi Fenerli yapan golü, duran toptan ikinci golü atıp son düdüğe dilenen, yerde yatan, vakit geçiren bir rakip ve hiç bir şey üretemeyen Fenerbahçem...

Maç bitince gidip kuzumun kuzusunu aldım kucağıma, kocaman 1907 yazan tulumunu kokladım ve yeter artık dedim. Heyecanımı yitirdim artık bu işten, sıkıldım, soğudum...

Sonra gün doğdu. Garip ama başım ağrımıyordu bir Galatasaray yenilgisinin ardından. Akşama dek kimse ile futbol konuşmadım. Tam jübilem için maç düşünürken Meireles'i duydum. Çıkarken parlak çocuğa tükürmüşmüş, o da raporuna yazmışmış, en az sekiz belki on maç ceza almalıymış...

Galibiyetle yetinmeyen şerefsizler daha fazlasının peşine düşmüşler. Madem öyle ben de gitmiyorum. Türlü oyunlarla soğutmaya çalışsanız, bin türlü kahpelikle yıldırmaya çabalasanız da, siz Fenerbahçe'nin altını oymaya çalıştıkça ben daha çok sarılacağım.

Karabük maçında okul açıkta yer var di mi bana?